YENİLGİNİN AYAK SESLERİ! (4)

mevlut

ÖZGÜR İRADE, ÖZGÜL AĞIRLIK!

Çaycuma’da yapılan bir salon toplantısında Prof. Dr. Erol Köktürk’ün saptaması şöyleydi; “Bugün ülkemizin yaşadığı en önemli sorun, nitelikli insan sorunudur!

Özgür iradesi olmayan bir kişinin bilinçli bir yurttaş olabilme durumu elbette yoktur! Bilinç ve özgür irade, sosyolojik anlamda sizin toplumdaki özgül ağırlığınızı belirler!

Özgür irade ve özgül ağırlık! Bu iki kavramı dilime pelesenk ettim uzun zamandır.

Ne yazık ki nitelikli insan ortalamamız oldukça düşük! Bu durum toplumsal anlamda dramatik sonuçlara neden oluyor!

 

ÇAYCUMA VE NİTELİKLİ İNSAN…

Özellikle son iki-üç yıldır, Çaycuma’yı daha bir dikkatle gözlemlemeye, insan davranışlarını çözümlemeye çalışıyorum. Bazen parmaklarımı kontrol edemeyip yazıyorum, çoğunlukla da susmayı yeğliyorum ama kral çıplak!

Toplumsal yaşamın orasında burasında konumlanmış insanlar hiç aynaya bakmıyor olmalılar ki kendini tartma, eleştirme, değerlendirme gibi davranışları hemen hemen hiç yok!

Yazacağım sözcükleri ölçüp biçip seçmeye çalışıyorum ama üzgünüm elimizdeki malzeme hiç de nitelikli değil! Geçen yazımda vurguladığım davranış sapmalarını, eksikliklerini, çürümüşlüğü yeniden yazmak istemiyorum!

Bilindik cümlemi yeniden kurayım; Bu gidiş, iyi bir gidiş değil!

Bu yazıya dördüncü kez “Yenilginin ayak sesleri!” başlığını koyma nedenimi anlayın artık!

 

PALMİYE İNSANLARIN HÜKMÜ…

Palmiye insanların hükmü süngerin su çekmişliği kadardır! Sünger encamı kadar suyu çeker ve işlevsizleşir! Sonra gelir biri onu sıkar; süngerde encamı kadar yer açar ve tezgâhtaki bulaşığı siler! Bir başkası gelip yeniden sıkar… Bu döngü böyle sürüp gider.

Palmiye adamlar güzel kravat takar, pahalı mintan giyer, takım elbisesi modalı, ayakkabıları rugandır! Palmiye adamlar görüntüye yaslanır! Öz, görüntünün gölgesinde yitmiştir! Palmiye adamlar, hiçbir işe yaramaz! Dolgu malzemesidir. Güneşte gölgesi, marangozda kerestesi işe yaramaz!

 

YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR VE PALMİYE ADAMLAR!

“Mahallenin delisi!” olma görevinden istifa dilekçemi vereli çok olmadı ama aklım başımda inanın. Zorlarsanız patır patır ad-soyadı sırasıyla yazarım inanın. Ancak o zaman da öldüğümde tabutumu omuzlayacak dört adam bulmakta zorlanırım. En iyisi büyük çoğunluğun yaptığı gibi ortaya karışık yazayım da size dedikodu malzemesi çıksın.

Bu durumda ipucu vermem gerek. Yazının başında sözünü ettiğim; özgür irade ve özgül ağırlık nitelemesi size kimleri çağrıştırıyorsa sözünü ettiğim kişiler onlardır!

Ha! Hiç kimse cıyaklamasın! Orta yaşlı okuyucunun anımsayacağı Osmanlı Bankası reklâmındaki gibidir durum; Hiçbirinizin, hiçbirinizden farkı yok! Hepiniz Osmanlı Bankasısınız!

Kuyrukçularınızın gözünde değeriniz farklı olabilir ama benim gözümde öylesiniz! Toplumun genelini ilgilendiren en yaşamsal konularda bile gıkı çıkmayan zatıâlilerinizin değeri, enflasyon görmüş Türk Lirası olarak elli kuruş bile değildir! Üzgünüm ama bu böyle! Yani; “Kral çıplak!”

 

POLİTİK DURUŞ NEDEN ÖNEMLİ?

Politik bilinç yani ideolojiniz aynı zamanda toplumsal kimliğinizi ve kişiliğinizi oluşturur. Aldığınız ideolojik bilinç televizyon tartışmaları ve propaganda konuşmaları kadarsa ya kuyruk olursunuz ya da yağdanlık!

Toplumsal ve siyasal arenada fink atıyorsanız, ideolojik bilinciniz sizi ayakta tutabilmeli, birilerine sırtınızı dayayarak, yaslanarak ve tutunarak yürünecek toplumsal bir yol yok! Daha ne diyeyim ben size?

 

YÜRÜMEK…

Çürüyen toplumun çürüyen insanlarıyla yürümek! Ne kadar zor bir denklem bu biliyor musunuz? Ne meşakkatli bir yol! İnsanda ne derman bırakıyor ne moral! Atsan atılmıyor, satsan alan yok! Az buz da değil ki sürü sepet!

Tepeden bir bakış değil bu; vakayı tespit! Kimse üzülmesin. Ben de aranızdayım. Hatta benim gibilerin durumu daha dramatik; kaldır parmak, indir parmak enim boyum üç karış! Gerisi; uyanacağınız günü beklemek!

 

SÖZÜMÜ UNUTMADIM!

Çaycuma’nın FETÖ’yle imtihanı!” başlıklı çalışmamı yayımlama sözü vermiştim sizlere. Sözümü unutmadım. Aslında bu çalışma büyük oranda hazır da ben hazır değilim! Beyin enerjim yeni ürünler üretmek, incelikli ve işçilikli şiirler çalışmak için gerekli. Fiziki ve düşünsel olarak kendimi yeterli coşkunlukta duyumsamıyorum. Vakt-erişip meyve olgunlaştığında farz namazları kılacağımı bilirsiniz.

 

KESİF SESSİZLİK!

Sürüyor elbet! “Meşe’de İnecek Var!” romanını okuyucuyla buluşturma sürecinde kesinkes gördüm ki “Asıl olan okuyucudur; gerisi hikâye!

Koralı” romanı bu anlamda kendi yolunu kendisi çizerek gidiyor!

Yaşam serüvenim izin verirse bundan sonraki yıllarda kitaplaşacak çalışmalarım bu anlayış ve çizgiyi geliştirerek sürdürecek!

Kesif sessizlik derken…

Yakından uzağa ilkesiyle söylersem, yazar, çizer, şair, araştırmacı, entelektüel çevremde kesif bir sessizliği görüyor olmak bende karıncalanma yapıyor! Yorumlamakta, anlamlandırmakta zorlanıyorum. Demeye dilim varmıyor! Susuyorum, susuyorum, susuyorum…

Ben sessizliği sevmem. İyiye iyi, kötüye kötü! Arka planı olmadan, içtenlikli konuşup yazan birisiyim. Sizden ricam, beni öldürün ama yaralamayın! Ölmek umuruma değil ama yaralanmak acı veriyor!

Uzun laf eşek yüküdür derler! Uzatmayayım. Sessizliğin inkârcılığını, ürettiğim yazınsal ürünlerle bozacağım! Maruzatım budur efendim!

 

BİR SÜRE…

Bir süre Çaycuma’yı ve bu minvaldeki sorunları yazılarıma taşımama kararı verdim.

Hayır! “Canınız Cehennem’e!” demiyorum.

Biliyorum herkes Cennet’e gitmek istiyor ama kimse ölmeye razı değil!

Ben ölmekten yoruldum, siz öldürmekten yorulmadınız.

Kültür, sanat, edebiyat, iç dökümleri falan yazmak benim de hakkım olmalı!

Bir süre…

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *