VAH ZAVALLILAR!
VAH ZAVALLILAR!
Son tümceyi baştan yazayım; “Yok sayanın bizatihi kendisi yoktur!” Sanal ve saman alevidir o! Varmış gibi görünür ama günü geçtiğinde yitip gidecektir!
Bir internet sitesi, Mevlüt Kırnapçı adını ve ÇASAT (Çaycuma Sanat Tiyatrosu) bilgilerini tabelasından kaldırmış. Rastlantıyla fark edince aldı beni bir gülmek! Aklınca Mevlüt Kırnapçı ve ÇASAT’ı yok saymışlar!
İtirazım yok! Çünkü onların indinde var olmak benim adıma ağır bir yüktür ve ilk molada tarafımdan silkelenip atılır! Kendilerinin, benim indimde değeri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun muarızı politikacı için açtığı ve her defasında kazandığı para olan “5.-Kuruş” kadar bile değildir!
Beyler! Bir yazarı yok etmeye sizin gücünüz yetmez! Bir yazarı ancak okurları öldürür! O yazarın yapıp ettiği, yazıp çizdiği değersiz bir “mal” olarak piyasaya sürülür de sürümde kalırsa alıcısız kalır ve çürür! Yazar yazıp çizmekte üsteleyici davranırsa bu kez kişilik olarak da çürüyüp ölür!
Siz benim ne yazıp ne yayımladığımı bilmiyorsunuz! Çünkü siz benim okurum değilsiniz! Dahası siz okur değilsiniz! Siz “var” dediniz diye birisi var, “yok” dediniz diye yok olmaz! Denediğiniz yöntem yaşamın doğal akışına aykırı! Kusura bakmayın ama siz aykırı bile değilsiniz!
Benim yok olmamı istiyorsanız hata yapmamı, çürük mal üretmemi ve değersiz ürünler vermemi bekleyin! Bu arada bildiğiniz bütün duaları okuyun. Bana çelme takmaya çalışan kendi düşer! Düşenin dostu olmaz; kendini tarihin kuburunda bulur!
Benim ipimi ancak ben çekerim! Siz değil! Siz benim için değişim ve dönüşümün trajik objeleri olmanın ötesinde değilsiniz! Size kendi yolunuzda başarılar dilerim! Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişenlerden kimseye hayır gelmez! Hadi bakalım; ikileyin! Tezgâhın önünü kapatmayın!
RANA BİLGİN TÜRKHAN
1970-1973 yılları arasında okuduğum Saltukova Ortaokulunda okul müdürümüz Reşat Bilgin aynı zamanda Türkçe öğretmenimizdi. Ortaokulu bitirip Çaycuma’ya geldiğim yıllarda Reşat Beyin Çaycumalı olduğunu öğrendim. Ortaokula başladığımda on, bitirdiğimde on üç yaşındaydım. Çaycuma Lisesine başladığımda da on dört yaşıma girdim. Ve okul bittiğinde de düpedüz daha çocuktum. Çünkü ilkokula beş yaşında başlamıştım!
Rana, Reşat Müdürün kızıdır. Ortaokul yıllarımdan kendisine ilişkin bir bildiğim yok ama Çaycumalı yıllarımdan kendisini tanıyınca üç beş konuşma dışında bir tanışıklığım da yoktu!
Rana’nın asıl farkına varmam sosyal medya ağı Facebook arkadaşlığı sonrası oldu. Sayfasına koyduğu suluboya tekniğiyle yapılmış resimlerden anladım ve gördüm ki karşımızda alanının çok iddialı yapıtlarını sergileyen bir ressam vardı!
Bu arada, Rana, benim iyi ve değerli bir okurumdur. Yayımlanmış sekiz kitabımın tamamını edinip okumuştur! Bu anlamda da Reşat Öğretmenimin kızı benim için ayrıca bir değerlidir!
Alan bilgisi resim olan sanat insanları bilir ve söyler ki resmin en zor alanı suluboya tekniğidir! Fırçayı bir eksik vurursanız eksiği tamamlarsınız ama bir fazla ya da bir yanlış renk vurduğunuzda onun telafisi yoktur! Ben, merakım olan resim için yaptığım ve tırstığım üç beş suluboya çalışmada gördüm ki yaşamım boyunca üstesinde gelemeyeceğim tek tekniktir suluboya tekniği!
Rana Bilgin’in fırçası güçlü ve naif! Renkleri bir pamuk yumuşaklığında ve doyurucu! Renk geçişleri ustaca ve etkileyici! Daha ne diyeyim. Ne zaman Rana’nın facebok paylaşımını görsem birkaç paylaşım geriye gider, kaçırdığım resmi olup olmadığını kontrol ederim. Çoğunu kopyalayıp bireysel belgeliğime yapıştırmışımdır! Çaycuma’da katıldığı son karma resim sergisini, sağlık kontrollerim için İstanbul’da bulunduğumdan gezip göremedim.
Sevgili Rana, değerli kız kardeşim, bir Çaycumalı olarak seninle gurur duyuyor, çalışmalarını ilgiyle ve gönenerek izliyorum. Lütfen daha çok resim yap ve lütfen resmin o aydınlık izini bırakma!
BUGÜN…
Bugün (4 Haziran 2024 Salı) çarşıya çıktığımda Cumhuriyet Meydanında elli-altmış kadar kişiyi basın açıklaması yaparken gördüm. Yaklaşıp baktığımda dinsel kisveler giyinmiş bir kısım insanla, dinsel söylemleriyle tanıdığım kimileri başta olmak üzere olasıdır ki aynı yolun erbabı kişileri gördüm!
Filistinlilere ölüm saçan İsrail’i protesto ediyorlardı. Önce megafonla Kuran okundu. Sonra birisi konuşma yaptı. Bildik şeyleri söyledi. Konuşmanın içeriğinde; emperyalizm, kapitalizm, sömürü çarkı, ırkçılık, şovenizm, ticari bağlaşıklıklar hak getire! Sanki ölüm, gökten yağan bir bilinmez yağış, yerdekiler de ne yapacağını bilemez mağdurlar!
Her haliyle iktidar yanlısı olma ötesinde bir konumlanması olmadığı söylenebilecek bir kalabalık, iktidarın İsrail sermayesiyle bağlaşıklığını ağzına almadan İsrail’e beddua ediyordu!
Beyler! Deniz Gezmiş ve dönemin devrimcileri hiç beddua, küfür, hakaret, Allah’tan dilenme talep etmediler. Sahte kimlik belgesi düzenletip sınırı geçtiler ve İsrail yayılmacılığına karşı El Fetih Cephelerinde ölümüne savaştılar! Sizin sahte kimlik düzenletmenize falan gerek yok; iktidar eliyle sınırın ötesine rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Cephe sizi bekliyor. Burada işi Allah’a havale etmek yerine, İsrail yayılmacılığına gerekli yanıtı kendiniz verebilirsiniz! Ha! Bu size çok mu ütopik göründü! O zaman Cumhuriyet Meydanını meşgul etmeyin.