TAŞA YAZILAR!

Köşe Yazıları için Profil Fotoğrafı
VER PARAYI!

“Yenge Hanım, bu hindi için kaç lira istiyorsun?”

Sakarya’da görev yaptığım köyün muhtarının evinin önündeydik. Muhtarın eşi, çok sayıda hindiye bakıp yetiştirmiş, satıyordu. Muhtar da yanımızdaydı.

“Diğerleri yetmiş lira ama şu senin gösterdiğin yüz lira!”

“Bu niye pahalı?”

“Hocam, o baba hindi ve diğerlerine göre iri!”

Haklıydı. Kabul ettim. Parayı çıkardım, tam veriyordum ki kadın atıldı.

“Hocam sen bu hindiyi ne diye alıyorsun?”

“Keseceğim! Yılbaşı geliyor ya!”

“Olmaz! O zaman bunu sana satmam. Yılbaşı günah!”

“Nasıl yani?”

“Şimdi bunu sana satarsam ben günaha girerim. Yılbaşı için veremem!”

Küçük bir düşünce kıvılcımıyla sorunu çözdüm.

“Bak yenge. Yılbaşına daha dört gün var. Ben bu babaç hindiyi bu akşam keseceğim. Hal böyle olunca günah falan olmaz. Eğer yılın son günü kesmiş olsaydım hâşâ ikimiz de günaha girmiş olurduk.”

Kadın bir an düşündü ve ikna oldu.

“Bak, hiç böyle düşünmemiştim. Doğru söylüyorsun. Ver parayı!”

 

MAUN SURESİ!

Üç beş yıl önce köy kahvesinin önünde bir eski akrabamın da arasında olduğu sekiz on arkadaş laflıyorduk. Akrabam esip gürlüyordu;

“O kim, Müslümanlık kim? Onun bir şey bildiği mi vardı?”

On, on beş yıl kadar önce ölmüş olan bir köy amcasından söz ediyordu. Dayanamadım ve dalına bastım!

“Yahu ne biçim laf bu? Sen çok mu biliyorsun?”

“Ben onların alayını tersten okuturum be! Onlar hep galatlı okurdu!”

“O zaman bütün bu milletin içinde sana soruyorum. Oku bakalım Maun suresini!”

Akrabam, elini ensesine attı, ıvırdı kıvırdı, öksürdü falan… İşin içinden çıkamadı! Hal böyle olunca bana yüklendi.

“Ne yani, beni imtihana mı çekiyorsun?”

“Hiç mızıldanıp lafı döndürme. Oku! Bilmiyorsan da bilmediğini söyle!”

Öksürdü, burnunu kaşıdı, eğilip büküldü ama işin içinden çıkamadı! Söyleştiğimiz grup bastı kahkahayı. Bizim akraba tuş olmuş pehlivan gibi!

“Bak gördün mü? Bilmiyorsun işte. Sen Maun suresini bilmiyorsun. Ama –Eraeytellezî yukezzibu biddîn. Fezâlikellezî yeduul yetîm– desem bilirsin!”

‘Eraeytellezî’ sözcüğünü duyunca gözleri parladı! Tam bana yanıt verecekken susturdum.

“Hiç konuşma! Ezberlediğin duanın adını bilmediğin gibi, bu surede –yoksul ve yetimin hakkını yiyerek huzuruma gelmeyin– denildiğiniyse hiç bilmiyorsun! Senin Müslümanlık, sokak laklakasından öte değil!”

 

MÜSLÜMAN NOEL KUTLAMAZ!

Yılbaşı geliyor ya malum sakallı, takkeli, çarşaflı güruh arz-ı endam etmeye başladı. Ne anlattığı belirsiz bildiriler bastırıp o bozuk Türkçeleriyle inanç tüccarlığını sürdürüyorlar.

Noel nedir, yılbaşı nedir, Kuran ne anlatır, Tevrat ve Mezmurlar ne söyler, İncil ne içerir? Hiçbir alan bilgisi olmayan bu kişilerin bir diploması, bir işi, ürettiği bir toplumsal artı değer yok! Bin yıllardır emekçi halkın sırtına sülük gibi yapışarak gelmiş bu sömürgenler, halkın bilgisizliğini onların aleyhine fütursuzca kullanmaktan bir adım geri durmuyorlar.

Atatürk cumhuriyetinin en önemli ilkesi olan laiklik işte bu nedenle çok değerli ve gerekli! Hiç kimsenin “Ne olacakmış yahu, abartmayın!” deme lüksü yoktur. Libya, Tunus, Lübnan, İran, Irak ve Suriye bu aymazlığı yaşayarak çöktü!

 

TAŞA YAZILAR!

Hocam, üç yazardan üç alıntı yapıp konunun özünü anlamamız için beni de diğer okurlarını da zora sokmuşsun. 1-Ben dâhil birçok okurun senin kadar edebi eser okuyup not alamıyoruz. 2-Henüz emekli arkadaşın gibi sabah programları seyretme şansımız yok. Biliyorum sen de seyretmezsin. Ancak halkımızın okuryazarlık düzeyi çok yüksek olmasa gerek. Lütfen yazılarını biraz daha anlaşılır, halkın anlayacağı şekilde yazman mümkün mü?”

Geçen haftaki yazımın facebook paylaşımına sevgili doktorum ve yoldaşım Hayri Çetin üstteki yorumu gönderdi.

Sevgili dostum, ilgin ve duyarlılığın için teşekkür ederim. Bu haftaki yazıyı senin için yazdım. Üstteki bölümler senin özlediğin formatta yazıldı. Pekiyi, halk bu ve benzeri yazıları okuyor mu? Kitap gazete, dergi falan karıştırıyor mu? Halkın ilgi ve iletişim düzeyi nedir? Bu ve benzeri konuları kırk yıldır kendine sorun edinmiş bir kişi olduğumu bilirsin.

Hiç kimse, görmek istemeyen birisi kadar kör olamaz!” der İbni Sina.

Bırakınız şunu bunu, Kültür Bakanı ve “kültür”, Tarım Bakanı ve “tarım”, Spor Bakanı ve “spor” ne kadar yan yanaysa, birlikte yaşadığımız sosyal çevremiz de o kadar yan yana!

Örneğin; Yol Katkı Payı garabetini iki ayrı zamanda iki kez yüksek yargıya kadar onayarak iptal eden hukuk, Çaycuma’da işlemiyor. İnsanlardan hâlâ taş parası alınıyor ve Sosyal Demokrat CHP yönetimi ağzını açamıyor! Söyler misin şimdi ben kime ne anlatayım?

Felsefe bilimi, “Sorunun bulunmadığı yerde yanıt da yoktur!” der. Halk sormuyorsa, halkçı olduğunu söyleyenler sormuyorsa, bu toplumun öz dinamikleri tribünden maç izler gibi izliyorsa senin benden “Öyle yaz ki halk anlasın!” şeklinde istekte bulunman ne kadar gerçekçi?

Sevgili doktorum, yaşım altmış beş! Önümde sayılı yıllar kaldı ve benim kitaplaştırmam gereken en az on dosyam beni bekliyor. Dilim dönüp bilincim yettiğince taşa yazmayı her hafta sürdürüyorum. Suya yazarak yok hükmünde olmayı reddediyorum.

Sevgili yoldaşım, ben senin için yazıyorum. Sen oku yeter! Diğerleri zaten bildiğini okuyor ve ben ağzımla kuş tutsam bildiğini okuyacak!

Felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir.” Hiçbir şeyi öğrenemedik, bari ölmeyi öğrenelim yazılarıdır yazdıklarım. Ölmek de bir meziyettir ve herkes ölemez. Kimisi ölür, kimisi geberir. Ne olur beni ‘geberesicelerle’ aynı çizgiye itme.

Seni dostlukla kucaklıyorum.

 

İNSAN!

İnsan, bedensel olarak fizyoloji, ruh olarak psikoloji, sosyal varlık olarak da sosyoloji bilimince araştırılır.”

Beden’, ‘Ruh’ ve ‘Toplumsallık’!

İnsanı insan yapan üç ana karakter, aynı kişi üzerinde pozitif bir anlamda bulunmuyorsa her yanıyla eksik ve tehlikeli bir canlıyla karşı karşıya olduğumuzu bilelim!

Beden sağlığı, ruh sağlığı ve toplumsal olgunluk!

Bir sanık, yargıç önünde; böyle doğduğunu ve başka türlü davranamayacağını ileri sürerek suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışsa da ceza almaktan kurtulamaz.”

Felsefe bilimi, insanın hukuk karşısındaki durumunu böyle tanımlıyor. Yani, “Delidir; ne yapsa yeridir!” demek kurtuluş değildir.

İnsan da dalda meyve gibidir ve ikiye ayrılır; 1-Olgunlaşmış, 2-Ham!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *