SON BAKIŞ!
SON BAKIŞ!
Yeniköy’de dünyaya geldim. Saltukova’da gözümü açtım. Çaycuma’da delikanlı oldum. Kütahya ve Burdur’da üniversite okuyup Artvin, Sakarya ve Çaycuma’da sınıf öğretmeni olarak görev yaptım. Otuz iki yıldır Çaycuma merkezde yaşıyorum.
Başka bir şehirde doğmadım. Burada doğdum, burada yaşıyorum. Çaycumalıyım! Öldüğümde de Yeniköy’de yatacağım. Bu toprakların çocuğuyum. Burada yetiştirdim kendimi. Buranın kültürü ve yaşamıyla yoğruldum. Buranın havasını soluyup buranın suyunu içtim. Buradan evlendim!
İlk ürünüm 1984 yılında Sanat Rehberi Dergisinde yayımlandı. O tarihten bu yana onlarca dergi ve yayın organında ürünlerim yer aldı. Kırk yıldır edebiyat dünyasının içindeyim. Şiirin zirvesi olarak anılan Varlık Dergisinde şiiri yayımlanan şairlerdenim. Genel İş Sendikası Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışmasının “Madenci Öyküleri” dalında birinci oldum ve yaşamımın ilk telifini aldım.
Saltukova Ortaokulu günlerimin ardından 1973 yılında geldiğim Çaycuma ve sonrası politik ve toplumsal savaşımın hep içinde oldum. Koca bir ömrü bu toplumun yoksul halkına ve onların politik mücadelesine verdim. Eşitlikçi bir dünyadan yanayım! Yani, sosyalistim!
Çaycuma’da ilk imza ve kitap tanıtım etkinliğini ben yaptım! (Ben sözcüğü içimi acıtsa da söylemek durumundayım!) Katılımcılara iki kasa rakı içirerek başlattığım bu imza geleneği bugün kurabiye ve meyve suyu olarak yerleştiyse kurduğum düzenli değişim ilişkileri sayesindedir.
Üç yıl üst üste yapılan Çaycuma Yoğurt, Kültür ve Sanat Festivali bünyesinde, edebiyatımızın ve sanat dünyamızın birçok bilinir-bilinmez değerini Çaycuma’da konuk ettik! Bu eylemliliğim sonraki yıllarda değişik şekillerde hep sürdü.
On beş yıl sahne alan Çaycuma Sanat Tiyatrosu’nun (ÇASAT) kurucusuyum. Yüz yirmi dolayında insan bizimle tiyatro yaptı. Dizilere ve çevre tiyatrolara oyuncu gönderdik. Bartın’dan Yenice’ye, Zonguldak’tan Karabük’e, Bolu’dan İzmit’e turneler yaparak Çaycuma’yı ve tiyatro sanatını temsil ettik.
Demokrat Çaycuma Gazetesinde Hasan Ataman ve Sami Dinç’le başlayan gazeteciliğimi yıla vurursam otuz yıllık gazeteciyim. Halkın Sesi Gazetesi ve internet gazeteciliğinde (parmak hesabı saymadım ama sanırım) iki bine yakın yazı yayımladım.
Üç şiir kitabı yayımladıktan sonra şiirlerimi kitap olarak yayımlamayı askıya aldım ama şiir serüvenim hep sürdü. Önümüzdeki dönem yayımlamayı düşündüğüm Toplu Şiirler kitabı, şiirime ilişkin yazılanlar ve söyleşilerle birlikte altı yüz sayfa dolayında bir bütüne ulaşmış durumda.
“Bu toprakların yitip giden yaşamı yazılmalı!” dedim ve yaklaşık yedi yıl süren bir çalışma sonrası Yandım Ela Gözüne adlı Çaycuma kitabını hazırlayıp yayımladım. Dil taraması bu kitabın önemli bir bölümüdür!
“Bu toprakların öyküleri yazılmalı!” dedim ve ödüllü öykümün adını verdiğim Beş Treni’ni yayımladım. Ve bizim insanımızı anlatan öyküleri yazmayı sürdürüyorum!
“Bu toprakların romanı yazılmalı ama tekrara düşmeden olmalı bu!” dedim. Göç olgusunun işlendiği Meşe’de İnecek Var, toplumsal barış ve insan ilişkilerini işleyen Koralı, 78 Kuşağının işlendiği Son Uçak romanlarını yazarak, işlenmemiş konuları yansıttım ürünlerime.
Çaycuma’nın dağında taşında, havasında suyunda izlerim var. Bunu birileri görsün, alkışlasın, övsün diye değil, politik bilincimi oluşturan sosyalist gerçekçi çizgide, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin bana kazandırdığı bilinçle yaptım ne yaptıysam.
Yaklaşık yedi yıl teoloji okudum. Yaklaşık beş yıl felsefeye kafa yordum. Ömrüm kitaplar arasında geçti. Bugün üç bine yakın kitaptan oluşan bir kütüphanem ve yaklaşık yirmi beş yıllık bir Kültür-Sanat-Edebiyat dergisi belgeliğim var!
Artvin’den Antalya’ya, Muğla’dan İstanbul’a ülkemin birçok yerini gezip gördüm. Berlin’den Amsterdam’a, Paris’ten Frankfurt’a, Köln’den Lüksemburg’a, Viyana’dan Münih’e Avrupa’yı adım adım gezdim. Gördüm, baktım, inceledim, sordum, öğrendim. Hep sokaklarda, tarlalarda, üretim alanlarında insanlarımızla oldum!
Köyümde yapılan doğa katliamına karşı neredeyse tek başıma verdiğim ödünsüz ve dirençli savaşım sonunda müteahhit firmanın onlarca kamyonu ve kepçesini o alandan söküp attırttım.
Kuyruk acısı ağır basan dönem valisinin emri ve uydurma bir soruşturması sonucu bir dağ köyüne sürgün edildim! Erken sayılacak bir zamanda, mesleğimin yirmi altıncı yılında emekli oldum. Ne ki hukuk savaşımını bırakmadım. O sürgün kararını yargı iptal etti! Ayrıca o katil firmaya ceza kesildi!
Emekli olup kendimi çöpe atmadım. Üç yıl Özel Sınıf Öğretmenliği yaparak engelli bireylerin eğitimine katkı koydum.
Politik düşüncemin bana verdiği bilgi ve birikim doğrultusunda hiçbir zaman toplumcu savaşımdan geri durmadım! Bedeli ne olursa olsun direndim! Hiçbir güç karşısında, hiçbir zaman boyun eğmedim! Sokak ağzıyla söylersem kimseye eyvallahım olmadı! Söylediğim her sözün, yaptığım her şeyin, yazdığım her bir satırın arkasındayım. Birçok insanın gıkını çıkaramadığı olay, olgu ve durumlarda hiç duraksamadan tavrımı koydum! Yapıp ettiğim her şeyi, her ortamda ve her durumda herkesle tartışmaya hazırım! İlginç olan şu ki toplumsal konularda yaptığım bu türden mücadelelerin hiçbiri, birey olarak -doğrudan- beni ilgilendiren konular değildi!
Gün oldu oğlunu bu ülke için feda etmiş bir ananın feryadı oldum, gün oldu ırmağına set kurulan köylülerin sesi oldum! Gün oldu kesilen ağaçların, heba edilmeye çalışılan toprakların ve haksız hukuksuzca cebinden parası tırtıklanan bu halkın sesi, soluğu, gözü kulağı oldum!
Babadan kalma olmasına karşın devlet eliyle bana satılan arazide kurduğum ve genç yaşta aramızdan ayrılan oğlumun adını verdiğim Nazım Kırnapçı Şiir Evinin üretim alanında çeşitli sebze, meyve ve ata tohumu tahıl üretimi yaparak halkla paylaşıyorum. Hem ürettiklerimi hem bilgi ve deneyimlerimi! Ürettiğim fideleri, halkımıza ücretsiz olarak ulaştırıyorum! Şiir evini, kültür-sanat-edebiyat dünyasından insanların soluklandığı yer yapma çalışmalarım sürüyor. Halkımın bana verdiklerini halka geri verme deneyimi olarak yaşıyor NK Şiir Evi!
Sözün tam burasında nokta koyuyorum!
KEŞKE…
Keşke (ben özneli tümceler kurmayı sevemediğim için) yazmaya elimin gitmediği birçok ayrıntıyı yazmak durumunda kalmasaydım…
Üstte yazdıklarımı yazmak zorunda olmak gücüme gidiyor! Kendinden söz etmek kadar hiçbir şeyi öylesine çirkin bulmayan ben, bu yazıyı yazmak zorunda bırakıldım! Daha ne diyeyim bilmiyorum!
Dost kolay kazanılmaz. Kazanılan dostluklar da kolay yitirilmemeli. Kendime yapılmasını istemediğimi başkasına yapmam beklenemez elbette. Kimi kez konuşmak değil, susmak anlatır her şeyi! Bana yaşattıklarınızı içime atarak susuyorum!
Bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum!
Adım Mevlüt Kırnapçı! Çaycumalıyım. Burada doğdum, burada öleceğim. Ardımdan “Çaycumalı” denilecek. Kimseye eyvallahım yok! Dik yürüdüm, dik öleceğim. Bana söz edecek olan, aynaya baksın! Kılıf arayarak ve üreterek kurulacak tümceler sizi ikna edecekse istediğinizi söylemekte özgürsünüz! Ben sizi hep kucakladım!
Üretimi bana ait olan sözümü yinelersem; “Özgül ağırlığı olmayanın, özgür iradesi olamaz!” Benim ağırlığımın ne olduğunu kim söyleyecekse yargı onundur ama irademin menşei bana aittir! Özgür irademi hiçbir zaman kimsenin kullanımına açmadım. Ve bununla övündüğümü itiraf edebilirim. “Dostum!” dediklerimi, “Üstat!” dediklerimi hiç satmadım! “Utanma” duygumu hiç yitirmedim! Toplumun çıkarı için bedeller ödedim ama bireysel çıkarım için bir adım bile atmadım!
1973 yılında geldiğim ve otuz iki yıldır fiili olarak yaşadığım Çaycuma’yı, babamın madenlerinde çalışarak bizi doyurduğu Zonguldak’ı, dağlarımızı derelerimizi, havamızı suyumuzu, kurdumuzu kuşumuzu seviyorum! Çok eleştirdiğim ve ölünceye kadar eleştireceğim insanlarımızı seviyorum! Kaşlarının altından bana biraz da tedirginlikle bakan sevgili dostlarım, sizi de seviyorum. Her şeye karşın siz benim için önemli ve değerlisiniz! Pir Sultan’ın dediği gibi, attığınız gül beni yaralasa, gücüme gitse de durum bu!
Yakında ameliyat masasına yatacağım. Kalkarsam görüşürüz. Beklenmedik bir durum olur da kalkamazsam iyi ve güzel yaşayın! Hiç kimseden hiçbir şey beklemediğim için, kaybettiğim hiçbir şey yok! Sizi, vicdanınızın sesini dinlemeye çağırıyor ve hâlâ size güvenmek istiyorum!
Mehmet Yılmaz Ağabey; “Son soluğum…” demişti. Çaycumalı karikatürist Sezai Oruç; “Son karikatür…” demişti. Benimkisi de “Son bakış…” olsun.
Son Uçak, o alana hepimiz için son olarak inecek! Hiçbir uçak sonsuza dek havada kalmaz ve hiçbirimiz bu dünyadan sağ olarak çıkamayacağız!
Ve ben, yaşadığım sürece, gücüme giden hiçbir şeyi asla unutmayacağım!