ORAK-ÇEKİÇ VE MAVİ MARMARA!
ORAK ÇEKİÇ VE MAVİ MARMARA!
Pes yani! Daha ne diyeyim! Pes!
Tüketim toplumunun insanda yarattığı çürüme sürüyor. Politik çizgi, çizgi olmaktan çıktı! İlkeli duruş ilkeli olmaktan çıkıp ilkelleşti!
Bir numara; Mavi Marmara! (Namı diğer Ali İzzet’miş! Ne demekse?) Söylediğinin ve yazdığının altına adını yazıp imzasını atamayacak bir kişilik!
İki numara; Orak–Çekiç! Namı diğer “Komünist!”
İkisinin de menşei farklı! Meğer kumaşları aynıymış!
Bu iki numaranın tepesindeki “İmame!” nasıl bir numara? Rus ruletinin mantığı açık; “Ben kazanırsam siz de kazanacaksınız. Kaybedersem zaten siz orada olmayacaksınız!”
Ve bakar mısınız bu plan suya düşmüş! Kim mi düşürmüş? Rivayet muhtelif! Vallahi benim bir dahlim yok! Ben sonradan duydum ve yazının başında gibi “Pes!” dedim. Bu pes’i, imameye değil, ‘Bir’ ve ‘İki’ numaraya dedim!
İyi ki bu ucube girişim dumura uğramış. Yani, inanın bana açıklamakta zorlanıyorum. Bu kadar mı yani? Biz, Orak-Çekiç’e zamanında; “Bak, bu canlı, zaman içinde kişiyi kapsam alanı içine alır ve ısınan kurbağa gibi hareketsiz bırakır; dikkat et! Kişiliğinden, kimliğinden kuşku duymadığımız için senin orada olmanı istiyoruz…” türünden uyarılarda bulunmuştuk. İlkesizliğe bakar mısın aynılaşan “şeyler”e dönüştü ve amorf bir şekilsizlik oluştu!
Beter olun! Ne diyeyim size? Meğer tencereler yuvarlanıp kapağını bulmuş da biz görememişiz!
ATIL İŞLER!
Bisiklet yollarında insanlar yürüyor. “Mahalle Duyarlılık Birimleri” kurulup, belirli aralıklarla şenlikli, eğlenceli toplantılar yapılıp insanlar eğitilseydi bu yollarda insanlar değil bisikletler yürürdü! Şu haliyle, bu mavi yollar ana yolu daraltan bir garabet olmanın ötesinde değil. Her gün caddelerde olan birisi olarak söyleyeyim ki bu şehir, ulaşımını ya arabayla ya yayan olarak yapıyor. Bisiklet kullanımı yoğun değil! Yani işler reklâmı yapıldığı gibi değil!
…
Daha önce de defalarca fotoğraflarını yayımladım. Kent mobilyaları olarak adlandırılan şehrin ana caddelerindeki oturaklar, banklar ve diğer gereçler dökük durumdaydı. Kaç yıldır berbat durumda olan bu mobilyalar bir ara onarıldı gibi. Seçim tantanası başlayınca da kül rengi boyayla boyandı. Kırık çıkık yerler öylece duruyor ama boyalı! Seçim gelmese o da yok!
…
Bir Atatürk heykelinden diğer Atatürk heykeline kadar olan trafiğe kapalı güzergâhta bulunan dekoratif aydınlatma lambalarından teki yanan ikisi dışında tamamı çalışmaz durumda. Seçim furyası onları kapsamamış. Kırık ve eğri büğrüler! Hani; “Başganım, Chaychuma aynen Stoklom’a benzeya!” diyen arkadaşlara duyurulur! “Stoklom” lambaları bizimkiler gibi mi?
…
“Ücretsiz internet!” diye bağırdığında bir şey olacak sanmıştık! Hiç uzatmadan kısaca söyleyeyim; hizmetin kendisi gibi sistemi de sanal çıktı! Sokak interneti falan yok! Ne ki radarları duruyor! Bir de kuş levhaları var yanında. Bir mesajınız varsa, bir kâğıda yazıp kusun ayağına bağlayın, kuş onu yerine götürür! Götürür değil mi? I-ı! Götürmez mi? Eee?
…
Geçen hafta yazdığım Sıracevizler-Hastane bağlantı yolunda bir şeyler olmaya başlamış. Umarım altını üstünü temizleyip yolu açmayacaklardır. Beter bir kaymanın önünü açmak olur bu. Zaman bulursam gidip bakacağım. Sevdalınız kedi gibi arka ayaklarıyla bir şeyleri mi kapatıyor bakalım!
PARTİ Mİ-KİŞİ Mİ?
Demokratik ülkelerin demokratik partilerinde parti tüzüğü, programı ve ilkeleri, kişilerden önde gelir!
Antidemokratik ülkelerin gerici ve sağcı partilerinde, kişiler, parti tüzüğü, programı ve ilkelerinden önce gelir.
Demokratik ülke ve partilerde; çoğulculuk vardır.
Antidemokratik ülke ve partilerde; tekilcilik vardır!
Lamı cimi yok, bu ülke demokratik değil ve bu ülkenin tüm partileri antidemokratik! Lütfen bize maval okumayın! Politika bu ülkede çürüdü! İnsan çürüdü.
KAFASINA ŞEMSİYE…
Gözlerimle tanık olmasam inanmazdım. PTT’ye kitap paketlerini teslim etmiş dönüyordum. Yağmur yağıyor. Adayın biri, yanındaki beş on kişiyle esnaf gezisi yapıyor. Adayın arkasında uzun boylu bir delikanlı. Elinde geniş bir şemsiye! Kendisi ıslanırken, elindeki şemsiyeyi adayın kafasına tutuyor! Adayın elleri boş! Löp löp yürüyor!
Donup kaldım! “Ulan!” dedim, “Merhum Levent Kırca bile böylesi komedi skeçleri yapmamıştı. Olacak gibi değil!”
Delikanlıdan başlayayım! A benim kütük oğlum! Sen nasıl bir kafa yapısına sahipsin ki kendin ıslanırken şemsiyeyi aday ıslanmasın diye tutuyorsun? Biz sizi böyle mi eğittik?
Adaya gelince! I-ı! Gelmeyelim. Bizim Vedat’ın söylemiyle dersem; “Şart olsun değmez!” Senin için iki sözcüğü üst üste yazmaya değmez! Bu nasıl bir ego, bu nasıl bir güç zehirlenmesidir ki genç bir delikanlıya kafana şemsiye tutma onursuzluğunu yaşatıyorsun? Allah aşkına, senin işeyeceğin bir yaralı parmak olabilir mi? Vah ki vah bu Çaycuma’ya!