ÖLÜLERİ KONUŞTURMAK!

Köşe Yazıları için Profil Fotoğrafı

ÖLÜLERİ KONUŞTURMAK!

Ölüleri konuşturmazsan, şehrin geçmişini romana katamazsın!” (Zülfü Livaneli-Konstantiniyye Oteli-S.415)

Şehirler de insanlar gibidir! Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Onların da bireysel tarihleri vardır. İnsanın yeryüzü serüveninde nice doğup yaşayıp ölmüş şehirler vardır. Kalıntılar bulundukça oradaki geçmiş yaşamlara ilişkin öngörülerde bulunulur. Buluntu dediğiniz şey, yazarların yazdıkları, ressamların çizdikleri, heykeltıraşların heykelleridir. Öyküler, söylenceler, yapılıp edilenler böylesi çalışmalarla geleceğe kalır!

Zülfü Livaneli’nin “ölüleri konuşturmak” olarak vurguladığı şey muktedirlerin yapıp ettiklerinin ölülerin tanıklığında sorgulanmasıdır. Hiç kimse şu ya da bu şekilde ele geçirdiği gücü kalıcı ve etkin sanmasın. Güç gider siz o çirkin çıplaklığınızla orta kalakalırsınız! Ve öyle de olacak. İyi, doğru ve güzel olarak nitelenen evrensel insanlık değeri, sizi tarttığında aslında üç otuz kuruş bile etmeyen encamınızı sayıp dökecektir!

Ölüler konuşsun diyedir yazıp çizdiklerim. Susmak ölümün bir zorunluluğudur ama ölü dediğiniz bu topraklarda koca bir ömür tüketmiş insandır! Derim ki sanmayın ölüm salt susmaktır. Siz ne yapıp ettiyseniz, bunu geleceğe aktaracak olan ölülerdir. Yaşayanlar bir şekilde yaşamak zorundadır ama ölülerin öyle bir zorunluluğu yoktur. Etkileyip tutsak alamayacağınız tek kesim ölülerdir. Siz de bir ölü olduğunuzda eşitleneceksiniz.

 

İNSAN MISINIZ?

Notalar yalnızca yedi tanedir. Harfler, yirmi dokuz! Ancak o uzun senfoniler, bitimsiz türkülerin ezgileri o yedi notadan, o milyon kere milyon sayfa roman, o yirmi dokuz harften üretilmiştir!

Notalara hükmedebildiğiniz kadar insansınız. Harfleri uçurabildiğiniz kadar anlaşılırsınız! Yoksanız yoksunuz. Resim yapmak renkleri bilmektir. Türkü söylemek sesleri bilmektir. Deklanşöre doğru basıp basmadığınızı gösterecek olan ışıktır. Işığı doğru yakaladıysanız fotoğraf çekmişsinizdir. Yoksa yok! Sahneye çıkıp fısıldadığınız replikler içinizdeki uyuyan insanı ayağa kaldırır. Gözlerinizdeki ışıltı sisi siz eder. Topa sevgiyle vurduğunuzda istediğiniz yere gidecektir. Dalgaları sevmezseniz denizi de sevemezsiniz. Uzak dağların ardını düşlerinizde görebilirsiniz. İmgedir o! Şiir dediğiniz de oradan gelir! Soğan desteği almadan ağlayabildiğiniz kadar insansınız!

İnsan olmak, Arap şeyhinin sandığı gibi mutfakla helâ arasında bir boru olmak değildir! İnsanlık iki kanatlı bir kuştur. Bir kanadı bilim ve teknik, diğer kanadı sanattır!

Soru basit ve tek; “İnsan mısınız?”

 

SORULAR SORULARI KOVALAR!

Peygamberin babasının adı Abdullah’tır. Yani Allah’ın oğlu! Abdullah’ın yaşadığı dönem Cahiliye Dönemi olup, İslam inancının yaratıcısı Allah’ın varlığı bilinmediğine göre, Hz. Muhammet’in babasının adı nasıl Abdullah olabilmiştir?

Cennet’ten kovulan Adam ve Eva (Âdem ve Havva) soyu Rabb Tanrı eliyle yok edilmek istenince Nuh Tufanı olarak rivayet edilen yok etme uygulanır. Birçok yerel efsaneye ve kutsal kitaplara göre Rabb Tanrı tarafından bir kavmi, milleti ya da tüm insanları cezalandırmak amacıyla gönderildiğine inanılan büyük felakettir tufan. Nuh Tufanı sonrası gemideki hayvanlar dışında Nuh’un eşi ve çocukları vardır.  Bir yıl on gün gemide kaldıktan sonra Nuh ve ailesi gemiden çıkar. Yeryüzünde hiçbir canlı kalmamıştır. Nuh, eşi ve çocuklarından yeniden dünya insanlığı türedi. Bu türemenin nasıl olduğunu sorguladığınızda başlarsınız dikenlerin üzerinde yürümeye!

İnsanlar yağmuru sevmiyor. Sevseydi yağarken kuytu bir yer arayıp kaçmazdı. Şemsiye icat edilmezdi. Dereler özgür akardı. İnsanlar üzerine yağmazsa seviyor yağmuru. Islatmazsa, üşütmezse seviyor. İnsanlar, yağmuru sevdiğini söyleyerek yalan söylüyor! İnsanlar, ikiyüzlü ve güvenilmez! Yağmuru, ördekler, kazlar ve su kuşları seviyor.

Yağmur yağıyor; benim içim ıslanıyor! Dışım kuru!

Karınca kumda yürümeyi sevmez! Sevmez kumsalı, deniz suyunu; denizi! Kum dediğin ömür törpüsüdür onun için, yorar insanı. İnsandır, rol yapar, yalan söyler, o da sevmez kumu aslında! Sevseydi altına havlu, plastik yatak, şezlong serip uzanmazdı. Rüzgâr estiğinde kaçacak yer aramazdı!

 

NEFRET VE SEVMEK İÇİN!

Birbirimizden nefret etmemize yetecek kadar dinimiz var da sevmemize yetecek kadar yok!” (Jonahan Swift (1667-1745)

İslam’ın yaratıcısıyla, Hıristiyanlığın yaratıcısı birbirini sevmez. Museviliğin yaratıcısı hiçbirini sevmez. Kapitalizm bu üçüne bayılır! İnsanların birbirini sevmesini kapitalizm ve ifrazatı olan sömürü hiç sevmez! Dinlerin yaratıcısı, sosyalistleri İda dağının doruklarında hükümranlık süren Zeus ve avenesinin elinden ateşi alıp insanların hizmetine sunan Prometeus olarak görür ve kanını içmek için fırsat kollar!

Denklem sizi zorladı mı? Tembel okuyucu olmanızı istemem. Bu yazıları okurken beyninizden ateş fışkırsın isterim. Televizyonda HAMAS yozluğuyla, İsrail despotizminin çoluk çocuk, hastane okul demeden bombalıyor olmasını izlemek sizde hangi duyguyu yaratıyor? Günümüzden yaklaşık üç yüz yıl önce yaşamış olan J. Swift’in üstteki sözü sizce neyi anlatıyor?

Swift’in bu sözünü günümüz Türkçesine çevireyim ve benim sıklıkla yazılarımda sorduğum soru olarak yineleyeyim; “Üzerinde yaşadığımız bu topraklar günümüzden üç yüz yıl önce kimindi? Üç yüz yıl sonra kimin olacak?” Muktedirlerin bu soruya verecek bir yanıtı olduğunu sanmam. Olsaydı tank yapacaklarına traktör yaparlardı. Karl Marks’ın o akıl dolu saptamasıyla söylersek; “Ölüm varsa mülkiyet yoktur!” Hal böyle olunca sormadan edemiyorum; Yaşamak var olmanın tek gerçeğiyse o zaman ne bok yemeye birbirinizin kanını içmek için debeleniyorsun ey insan? Din dediğin olgu seni sevmeye götürmüyorsa hangi yerlerin muhaciri olduğunu düşünmen gerekmiyor mu? Hoca motosikletinin önüne; “Huzur İslam’da!” yazmıştı. Bu huzurla benim Son Uçak romanında sözünü ettiğim Huzur Oteli aynıysa ne halt etmeye böğürüp duruyorsunuz?

Jonahan Swift, tam üç yüz yıl önce alayınıza hem de tam doksandan golü yapıştırmış!

Midem bulanıyor yaydığınız kokudan. Aynı değirmene su taşıyan düzenbazlar da aynı şeyi söylüyor; ama onlar gebe!

 

HİÇ

hiç üşümeyeceğim hiç

söz veriyorum

ovuşturmayacağım ellerimi

yanan bir soba aramayacağım

öldüğümde

 

(MK Ocak 2023)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *