MUSTAFA’YI KAYBETMEK!

Mustafa Muslubaş’ı kaybettik! O artık yok! Şaka gibi, oyun gibi ama gerçek! Küçük bir ihmalin sonucu ölüm! İnsan ne diyeceğini, ne söyleyeceğini bilemiyor!

Öncelikle şunu söyleyeyim; Mustafa benim için herhangi birisi değil! Doğup büyüdüğümüz Yeniköy’de, yaşayan köylülerimiz için o “Sadullah Çavuş’un büyük oğlu!” Zorlarsanız; “Öğretmen Mustafa!” Daha zorlarsanız; zorlamayın, köylülerimizin bildiği bu kadar!

Yarın ben ölsem bu yargı çok mu değişecek? Yeniköy’den çıkan bir işçi lideri Ramis Muslu için; “Veyis Çavuş’un büyük oğlu!” nitelemesi ne ise bu durum hepimiz için öyle! Hani o ünlü şiirde olduğu gibi; “Eloğlu duyar; kardeşin duymaz!”

Mustafa Muslubaş sıradan bir öğretmen değildi! Mesleğine böylesine bağlı, öğrencileri için zaman ve mekân tanımaksızın çırpınan bir eğitimciye yalnızca “öğretmen” demek onun emeğine ve kişiliğine haksızlıktır!

Mustafa’nın, hazırladığı birçok proje AB Fonlarınca kabul edilip onaylanmış, birçok Avrupa ülkesinde seminerlere katılarak ders vermiş, görev yaptığı okulu, Çaycuma’yı ve Türkiye’yi yurtdışında başarıyla temsil etmiştir.

Okula yetişmek için yemek yiyecek zamanı olmadığından, bakkaldan bisküvi alarak atıştırdığına kaç kez tanık olmuşuzdur.

Dönem sonu öğrenci stajları için onları yerleştireceği işyeri sahipleriyle zaman tanımaksızın temaslar kuran bir öğretmendir o! Üniversite yerleştirmelerinin olduğu haftalarda, geceler boyu öğrencileri için karşılıksız emek harcamış bir adama siz yalnızca “öğretmen” diyemezsiniz!

Takdir, teşekkür, maaşla ödüllendirilmek gibi bir beklentisi olmamıştır. Mustafa Hoca gibiler elinin tersiyle itilirken; yandaş, yalaka, ne kadar işe yaramaz insan varsa onlara açıktır o kapılar! Bu meslek içi ötekileştirmeleri hiçbir zaman dert edindiğini görmemişimdir Mustafa’nın! O, meslek etiği ve bilinci neyi gerektiriyorsa onu yapar, gerisini görmezden gelirdi.

Bu görmezden gelme, öğretmenlik mesleğinde yaşanan yanlışlıklara sessiz kaldığı anlamına gelmesin! Mustafa, öğretmen örgütçülüğünün ta orta göbeğinde, mücadele dolu bir yaşam kurmuştur kendine. Öğretmen örgütçülüğünün ana damarı olan Eğitim Sen’de yerini almış ve sendikal mücadeleyi hiçbir zaman aksatmamıştır! 1 Mayıs’ta hep alanlarda oldu! Grevlerde, iş bırakmalarında, basın açıklamalarında, Ankara mitinglerinde, imza kampanyalarında, doğa katliamlarına karşı direnişlerde, insan hakları ihlallerine karşı yapılan her türlü eylemde çağdaş ve bilinçli bir eğitimci olarak mutlaka yerini almıştır!

Mustafa deyince akla gelen ikinci şey Tarçın’dır! Tarçın onun köpeğinin adıdır. Mustafa’nın cenazesinde ayakaltında fırgam dönen Tarçın beni ağlattı! İnsanın bilmediğini, Tarçın ne güzel biliyordu! Çaycuma ve Mustafa’yla özdeşleşen Tarçın, yetim kalmış bir canlı olarak sürdürecek yaşamını!

Bütün dostları ve öğrencileri için olduğu gibi Mustafa benim için de herhangi birisi değildi. Öyle ki 5 Temmuz 20021 tarihinde aymaz bir kamyon sürücüsünün bana yaşattığı kaza sonrası kısmen sakat kalan sol kolumun yanına sağ kolumu da sakat bırakan bir insan olarak yüreğimi burktu Mustafa! Ben şimdi, kanatları kırık bir kişi olarak yaşayacağım yaşamımın kalan kısmını.

Mustafa, benden dokuz yaş küçüktür. Biyolojik olarak düşünürsek sıra benimdi! Mustafa rolümü kaparak benden erken gitti! Giderken içimden birçok parçamı da alıp götürdü! İnanın bana kendimi suçlu hissediyorum!

Yaşamımın birçok kilit anında olduğu gibi geçirdiğim son kazada da hemen hastaneye damlayan iki kişiden birisi Orhan Çakmak, diğeri Mustafa’ydı! Mustafa’dan dokuz yaş büyüktüm ama bana “Ağabey!” değil; “Kırnapçı” derdi. Hastanede ilk yapılması gereken işler tamamlanıp poliklinik için üst kata çıkarılmam gerektiğinde doktorun kapısına kadar beni götüren Mustafa’ydı! Gözlerimin içine baktı ve “Kırnapçı, izin verirsen ben okula gideyim, çocuklar dışarıda kalmasın!” dedi ve gitti. Mustafa öyle bir adamdı!

Şimdilerde utanmadan Zonguldak merkezde bir partinin il başkanlığını yapan dönemin valisi eliyle Ereğli-Öğberler’e sürgün edildiğimde, hemen sağ yanımda yer alan kişiydi Mustafa! İmza etkinliklerinde, basın açıklamalarında hep o vardı!

Almanya’dan gelen çocukluk arkadaşlarımızla birlikte yaktığımız mangallarda, bağıra çağıra yaptığımız söyleşilerde, iyi ve güzel günlerimizde hep yanı başımdaydı o!

Sevgili Mustafa! Hastaneye götürüldüğünü öğrendiğim günden, dün akşam Bayram Hocanın telefonuyla öğrendiğim acı habere kadar yerde mi yattım, gökte mi bilemiyorum! Ne yediklerim boğazımdan geçti, ne baktığım yeri görebildim! Seni ve ölüm sözcüğünü yan yana getiremiyorum bir türlü! Bu gerçeği kabullenmemiz çok uzun süre alacak! Belki hiç kabullenmeyeceğiz.

Cenazen için köye gelen meslektaşların ve öğrencilerinin gözlerindeki acıyı yakından gördüm! Her şey için teşekkürler kardeşim! Sevginin katıksızını yaşattın bize! Acının büyüğünü de o yüzden yaşıyoruz zaten! İnan bana seni hiç özlemeyeceğiz! Çünkü sen hiçbir zaman aramızdan uzaklara gitmeyeceksin. Yaşadığımız sürece seni hep anacağız ve hiç unutmayacağız!

Sevgili Mustafa! Erken, hem de çok erken oldu gidişin! Bu gidiş iyi bir gidiş olmadı. Anıların bize ışık tutacak. Köyümüzün karşısındaki o yamacın toprağı seni incitmesin kardeşim! Huzur içinde uyu yüreği insan sevgisi yüklü adam!

Seni, Yeniköy’ün tarihine altın harflerle yazmak boynumun borcu olsun!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *