MİGANLI!

MİGANLI!
William Morris’in “Anlayacak kadar zekâ, isteyecek kadar cesaret, zorlayacak kadar kuvvet! Eğer yeni toplumla ilgili düşüncelerimiz bir düşten ibaret değilse, bu üç haslet emekçi halkın etkin çoğunluğunu harekete geçirmelidir! İşte o zaman size söz veriyorum, istediğimiz olacaktır” saptamasını okudum Maurice Cornforth’un “Ahlak ve sınıf mücadelesi politikası” adlı yazısında
Zekâ, cesaret, kuvvet!
Bu üçü bir arada olsa zaten sorun kalmayacak. Ne ki biz hiçbir zaman üçünü bir araya getiremedik.
Çocukluk arkadaşıma rastladım kavlangaların altında.
“Yahu, hem Çaycuma’da yaşıyorsun, hem görünmüyorsun. Nerelerdesin sen?”
Arkadaşım o muzip bakışıyla gülümseyip elini omzuma vurdu.
“Valla hocam, ben sabah kahvaltısına miganlıyla başlıyorum. Televizyonun başından saat üçte kalkıyorum. Sonrası zaten akşam oluyor! Haberler falan derken gün bitiyor!”
Miganlının ne olduğunu anlayamadım.
“Ne dedin? Migrenli kim? Ya da ne?”
Arkadaşım iyice güldü. Üst damak protezini evde unuttuğu için zaten peltek konuşuyordu.
“Sen miganlıyı bilmiyor musun? Hani ATV Televizyonunda kaybolanları, öldürülenleri falan bulan sarı kadın var ya işte o!”
Başladım gülmeye. Sözünü ettiği TV programcısı Müge Anlı’ydı.
“ATV’den Müge Anlı’yı izlediğine göre, haberlere de A Haber’den bakıyorsundur!”
“Evet, öyle! Haber maber öyle geçiyor ömür!”
Homurdandım! “Ey William Morris, sen hangi zekâ, cesaret ve kuvvetten söz ediyorsun! Bizim halk “miganlı” izleyip A Haber’le doyunuyor. Bizim karanlığımız daha çok sürecek!”
YAKINDAN UZAĞA!
Miletli Thales, İsa’dan önce 624/548 yılları arasında seksen yıla yakın yaşamış Antik Yunanlı matematikçi, astronom ve dahası filozoftur! Grek bilgelerinin en eskisi sayılan Thales’i yıldızlı gökyüzünü gözlemlediği sırada kuyuya düşerken gören bir kadın alaya almış.
“Yakındakine karşı böyle beceriksiz olan bir kimsenin uzaktaki araştırmasının ne anlamı var?”
Çeşitli okumalar ve araştırmalar sırasında ne zaman Thales’e göndermeler yapılsa bu yaşanmışlığı anımsar, içten içe gülerim.
Daha önce de yazmıştım ama yinelemekte bir eksiklik yok; eğitimin temel ilkelerinden biridir “Yakından uzağa” ilkesi. Örneğin, Çaycuma’da yaşadığınız, bildiğiniz ya da tanığı olduğunuz can alıcı eksiklik, aksaklık ve yanlışlar dururken, ta Ankara’ya, ne bileyim Afrika ya da Amerika’ya eleştirilerde bulunup ahkâm kesmek değersiz ve anlamsızdır!
Thales gibi, önündeki çukuru görmeyen ya da görmezden gelenin uzağa efelenmesi hikâyedir. Kaldı ki Thales’le ilgili durum sizinkiyle iki bin beş yüz yıl aralıklı. Ve o Thales! Siz önünü göremeyen kör ya da riyakârsınız.
ÇARPIŞAN ARABALAR!
İnsanın, insanlaşma yolu asfalt değil; diken, taş toprak döşelidir. Çelişkileri eze eze yürürken ayağınız yara bere içinde kalır da yolun kıymeti bilinmez!
Maurice Cornforth; “Hem tutumluluk hem cömertlik birer erdem, hem nekeslik hem israf birer günah olunca, erdem yolunu bulmak ve günahtan kaçınmak nasıl mümkün olur?”
Tutumluluk ve cömertliği bir erdem olarak öveceksin, nekeslik ve israfı günah sayacaksın! Bu kaba bir çelişki değilse nedir? İnsan, hanginin erdem, hangisinin günah olduğuna hangi ölçütlerle karar verecek?
Karl Jaspers, “Felsefe nedir?” adlı kitabında; “Çocuklarda, yetişkinlerde bulunmayan bir yaratıcılık vardır. Çocuklar ve deliler doğruyu söyler!” der.
Din görevlisi karşısındaki çocuklara hevesle seslenir;
“Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı! Gerçek budur!”
Bunun üzerine çocuklardan biri atılıp sorar;
“Öyleyse başlangıçtan önce ne vardı?”
Sahi, başlangıçtan önce ne vardı?
Ne vardı bilmiyorum ama başlangıçtan sonra Ahzap Suresi, 37. Ayet vardı ve herkesin uçkuru elindeydi.
Çarpışan arabalar gibiyiz. Herkes arabada, herkes çarpıyor! Kimsenin bir yere gitme amacı yok! Yağmur getirmeyen gök gürültüsü gibi esip gürleyen çok ama kuraklık sürüyor!