“KUŞLAR DA GİTTİ!”

Köşe Yazıları için Profil Fotoğrafı

“KUŞLAR DA GİTTİ!”

Petaniya… Sözcük benim için bir anlam taşımıyordu! Sözlüklerde de sözcüğün tanımı yoktu. Kitaptaki kullanım şekli ve birkaç kaynak araştırması sonrasında; yırtıcı kuşları yakalamak için ayaklarından bağlanıp tuzak olarak uçurulan küçük kuşlara petaniya denildiğini öğrendim!

Yaşar Kemal’in oylumu küçük ama çarpıcılığı büyük romanı Kuşlar da Gitti’yi okuyorum yeniden! Neden mi yeniden? Kapitalizmin günümüzdeki insan avlama, tavlama tuzaklarıyla bire bir örtüştüğü için yeniden okuma gereği gördüm!

Düşünsenize, çalılıklara tuzak olarak konan petaniyalar, ayaklarına bağlanan ipler çekilip gevşetilerek çığlık çığlığa uçuruluyor, hem yırtıcı kuşları hem de türdeşlerini çalılığa çekiyor! Çalılığa doluşan diğer kuşların üzerine atılan geniş ağ, hepsinin yakalanmasını sağlıyor. Kuşçular, o kuşları toplayıp kafeslere koyuyor, İstanbul’un kalabalık semtlerine gidip, para karşılığı onları insanlara satarak özgür bırakmalarını sağlıyor, azat ettiriyorlar! İki buçuk lira verip kuşu alan dini bütün insanlar, bıdır bıdır dualar okuyup kuşu havaya atıyor ve “Azat buzat, beni Cehennem’de gözet!” diyerek hanelerine sevap yazdırıyor! Alan memnun, satan memnun, tutsak edilip kafeslenen sonra da özgür kalan kuşlar memnun… Tıkır tıkır işleyen bir düzen!

Günümüz Türkiye’sine ne kadar da benziyor değil mi? İnsanların, insan olmalarından kaynaklanan haklarını gasp eden düzenin arsızları, hırsızları, o hakların bir kısmını lütufmuş gibi geri veriyor, alkışı alıp parsayı topluyor! Ancak benim yüreğimi yakan ‘gönüllü petaniyalar!’ ‘Miş gibi’ görünüp türdeşlerini, içinde yaşadığı yoksul halkı satan gönüllü petaniyalar ve azat buzatçılardır benim yüreğimi yakan.

Aslında doğa bize ne çok şey söylüyor değil mi?

 

KOMÜNİSTLER…

Komünistler İşçilerimizi Nasıl Aldatıyorlar?” TC Genelkurmay Başkanlığı 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı-Şubat 1973 basımlı kitabın basım yeri Selimiye-İstanbul.

O yılları yaşayanlar bilir, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 6 Mayıs 1972’de idam edilerek ve Mahir Çayan’ın dokuz arkadaşıyla birlikte Tokat Kızıldere’de katledildiğini düşünürseniz dönemi daha iyi anlayabilirsiniz.

Bir yanda devletin kendisi, diğer yanda kendilerine ‘ülkücü’ diyen eli silahlı sağcıların topyekûn savaş açtığı sol, sosyalist gençliğin tarihin dar çemberlerinden ölerek geçtiği yıllarda yayımlanıp dağıtılır bu kitapçık!

Adı üzerinde; komünistler işçileri ‘kandırıp’ kışkırtmakta, ‘vatan hainliği’ etmektedirler!

Pekiyi ne diyordu o ‘hain komünistler?’ Neydi işçilere söyledikleri?

Dönemin politik söylemlerine bir göz atalım isterseniz!

“Ne ezen, ne ezilen; insanca, hakça bir düzen!”

“Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin! Her şey bağımsız Türkiye için!”

“Eşit işe eşit ücret! Sömürüye, talana, yalana hayır!”

“Savaşa, sömürüye, baskıya karşı; sosyalizm ve özgürlük!”

“Yaşasın halkların kardeşliği! Savaşa Hayır!”

“NATO’ya, silahlanmaya ve emek sömürüsüne karşı savaş!”

“İşçi dayanışması ve sendikalaşmanın engellenmesine hayır! Yaşasın iş, ekmek ve özgürlük!”

“Barınma, beslenme ve sağlık ücretsiz olmalıdır! Bilimsel ve demokratik eğitim!”

“Faşizme ölüm, halka hürriyet! Faşizme karşı omuz omuza! Kahrolsun faşizm!”

“Bütün ülkelerin işçileri; birleşin!”

“Yankee go home! Türkiye emperyalizme mezar olacak! Kahrolsun ABD emperyalizmi!”

“Yurtta barış, dünyada barış! Savaşa hayır!”

“Nükleer silahlanmaya hayır! Barış hemen şimdi!”

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti!”

O vatan haini komünistler; bilimsel, demokratik ve özgür eğitimden yanadır. Sömürüye, yalana talana karşıdır. İşçi Sınıfı, yapılan baskılara boyun eğmek istemez; grev ve direniş çadırları kurulur! Sosyalistler işçilerle omuz omuza yürür! Sendikasızlaşma, işten çıkarma, çalışma saatleri dışında da çalıştırılma, düşük ücret ve patron baskısına karşı mücadele ederler! Ederler ama her yerde karşılarına ordu birlikleri, polis ve devlet destekli ‘tosuncuklar’ çıkar!

Kapitalizmin burjuva sınıfı, orduyla el ele 12 Eylül 1980 darbesini yaparak ülke solu ve gençliğinin üzerinden dozer gibi geçer! İşkenceler, idamlar, sürgünler, baskılar uç yapar! Demokrasi, hukuk ve özgürlükler rafa kaldırılır! Yüz binlerce insan hapislere atılır! Sömürü tavan yapar! Enflasyon adı verilen kapitalist sömürü oyunu, patronların banka cüzdanlarını şişirirken halkın ve emeğiyle geçinenlerin mutfağını ekmeksiz bırakır!

Bildiklerinizi yineleyerek uzatmayayım! Bugün serinkanlı bir şekilde o yıllara baktığımızda neleri kaybettiğimizi, neleri heba ettiğimizi daha iyi görüyoruz! Üstte görselini paylaştığımız kitap ve daha nicelerini hazırlayıp ülke gençlerinin, sosyalistlerin canına kıyanlar, günü gelip uyduruk Ergenekon kumpasıyla hapse tıkılırken, kendilerini savunacak insan var mı diye geri geri bakıyorlardı! Gene de komünist, sosyalist, ilerici, devrimci ve sosyal demokrat emekçi halk kitlesi savundu onları! Aslını söylemek gerekirse hiç de hak etmemişlerdi bu savunmayı!

Militarizmin, emekçi halk kitlelerine barış ve özgürlük getirmeyeceğini gördüğümüzde solu ve sosyalistleri anlayacağız ama özellikle bizim kuşak (68-78’liler) için çok geç! Sizin yüzünüzden gün yüzü görmedik! Gençliğimizi ve hayatımızı çaldınız! Sınıfsal olarak ekmeğini yediğiniz insanlara ve bu ülkeye ihanet ettiniz! Bugün, mutsuzluk verici ne yaşıyorsak, yaptığınız baskı, sömürü ve zulüm yüzündendir!

 

“KÜFÜRLERİNİ YÜZÜNE ET; RAKI ISMARLAYACAKTIR!”

Bir tanıdığım hiddetle masaya geldi, teklifsizce sandalyeyi çekip oturdu. Köpürüyordu! Gerçekten ağza alınmaz, galiz küfürler savuruyordu! Sinkaflı küfürler!

“Yahu, bir sakin ol bakalım! Ne bu küfürler? Kavgada söylenmez aşağılamalar! Anlat da bilelim tepkinin nedenini!”

“Hocam!” dedi, “Aralık ayında 1.-TL’ydi; yılbaşında 2.-TL yaptı. Önceki gün baktım 5.-TL yapmış! Seksen günde yaptığı artış; % 500!”

“Yahu, sen esip gürlüyorsun ama belki yurttaş halinden hoşnuttur! Sustuklarına göre…”

“Ne hoşnut olacak hoca! Ne hoşnut olacak? Tabelayı gören dört kişiydik, dördümüz de erkek! Allah’tan aramızda kadın yoktu! Çıkışta elemana yüklendik. Ne yapsın eleman? Tepkinizi bana değil bu artışı yapana gösterin dedi ve dönüp gitti! Adam haklıydı!”

“Ekonomi…” dedim, “Ekonomi kötü birader! Ne yapsın adam?”

“Adam mı? Hoca, adam mı dedin? Kim o adam dediğin? % 500 zam yapana adam mı denir?”

Baktım bizim tanıdık sakinleşecek gibi değil. Sözü değiştireyim istedim.

“Hele bir sakin ol bakalım. Sana sıcak bir çay söyleyeyim de biraz kendine gel!”

“Ben kendimdeyim hoca! Sen kendinde misin? Seni duyarlı bilip masana geldim! Meğer sende de iş yokmuş! Çayını sen kendin iç! Bana müsaade!”

Kalktı ve arkasını dönüp yürümeye başladı! Sanırım kırılmıştı! Adıyla seslendim;

“Hele dön de beni dinle; sana bir sözüm bir de önerim var!”

Masaya geri gelmedi ama dönüp dinledi;

“Benim indimde ‘adam olan adam’, öyle uluorta küfür etmez; muarızının arkasından hiç küfür etmez! Mayasında adamlık ve delikanlılık varsa gidip o küfürleri muarızının yüzüne eder! Ayrıca şunu bil; küfür ‘adama’ edilir! Adam, ‘adam’ değilse beyhude… Senin o galiz küfürleri saydırdığın ‘adam’ kendine küfür ettirmek için özel ‘ağzı bozuk’ besler. Sana önerim, doğruca ona git, bu küfürleri biraz daha ağırlaştırarak yüzüne et! Keyfinden sana rakı ısmarlayacaktır. Şimdi gidebilirsin!”

Yürüdü gitti! Üzüldüm… Kasabın bıçağını yalayan öküzlerin bol olduğu yerde insan ne diyebilir ki? Yalakanın iyisi, muktedir yellenince derin nefes alırmış! Körük gibi çekiyor adamlar!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *