KENT KONSEYLERİ
KENT KONSEYLERİ
Rusya’da despot Rus çarı Nikolai Alexandroviç Romanov yıkılıp halk iktidarını kuran devrimciler sosyalizmin inşasına girişir. Ne ki çar döneminden kalan her şey berbat, kötü ve kullanılmazdır. Hem Bolşevik devrimciler hem de işçi sınıfının kendisi zorun zoru günlerden geçmektedir. Şaşırtıcı soluklanma Moskova-Kazan Demiryolu işçilerinden gelir. İşçi, subbotnik örgütlenmesine gider ve elini taşın altına koyar.
Subbotnik; Devrim sürecine katkı vermek için ücretsiz, gönüllü çalışma gruplarının adıdır. Ateşi demiryolu emekçileri yakar ve tüm ülkeye yayılır. Subbotnikler devrimin inşasında öylesi bir görev üstlenirler ki tüm dünyaya örnek olur. Nitekim Lenin bunu şöyle taçlandırır; “Subbotnikler, yeryüzünün bütün halklarına, sermaye boyunduruğundan ve savaşlardan kurtuluş müjdesini getiren yeni, sosyalist toplumun hücrelerinden biridir!”
Kapitalizmin toplum inşacıları subbotniklerin benzerini sermaye hizmetinde kullanmak için uyarlamış, “Kent Konseyleri”ni hayata geçirmiştir.
Kent Konseyleri yapısal olarak toplumun çeşitli meslek ve sivil toplum kuruluşlarından oluşturulmuştur. Sermaye Sınıfı, devlet (valilik ve kaymakamlıklar) ve belediyelere ek olarak kendi örgütleri olan TSO’lar ve Esnaf Odalarıyla Kent Konseylerini kontrol altında tutar. Kent Konseyi çalışma grupları proje hazırlar, bu beylere sunar, onlar neyin uygulanıp uygulanmayacağı kararını verir. Bu yolla muhalif olma olasılığı olan toplum kesimleri sözde yönetime katılmış olur, etkisiz duruma düşürülürler.
Subbotnikler devrim inşa ederken, Kent Konseyleri sermayenin direnç noktalarını tahkim eder!
Sanırım ne söylemeye çalıştığımı anladınız. O halde bu kadar yeter!
YAKINDAN UZAĞA, BÜTÜNDEN PARÇAYA, BİLİNENDEN BİLİNMEYENE!
Bu üç ilke Eğitim Biliminin temelidir. Bu yöntemleri devre dışı bırakarak yapılan eğitimin insanı geliştirip değiştirme olasılığı hiç yoktur!
Yakından uzağa; İnsan yaşadığı sosyal ortamdaki durumları yok sayarak, farklı coğrafyaların sosyal verilerine angaje olursa havanda su döver! Bütün örneklemeler ve çözümleri yaşadığınız sosyal çevreden başlamak durumundadır! Önünüzdeki çukuru görmeden, uzaktaki uçuruma önlem alamazsınız!
Bütünden parçaya; Elinize aldığınız bir elmayı odaklayarak elma ağacını anlatırsanız, bireyin ağacı tanımasına değil, ona yabancılaşmasına neden olursunuz. Önce bütün olarak ağacı, sonra dalları ve yaprakları, son olarak da dalında olgunlaşan meyveyi anlatmanız gerekir. Bireye, Türkiye’nin yapısal durumunu ve gerçeklerini anlatmadan, dereyi kirleten partili fabrikatörü anlatamazsınız. Sonuçta, bireye, “Ülke yönetimi iyi, fabrikatör kötü!” düşüncesini aşılarsınız ki bu bireyden hiçbir sorunu sağlıklı çözmesini bekleyemezsiniz.
Bilinenden bilinmeyene; Kişi, tanıyıp bildiği şeylerle verilen örneklemeleri; yaparak, yaşayarak öğrenir ve unutmaz. Ahırında baktığı ineğin hastalıklarını, bakım ve beslenmesini anlatmadan, Afrika ormanlarında yaşayan filleri anlatırsanız bireyin olaya yabancı kalmasına neden olursunuz.
Hadi şimdi bütün bu ilkeleri toplumun bilinçlendirilmesi çalışmalarına uygulayın. Toplumun birkaç yıla nasıl da farklılaştığını göreceksiniz. Sermaye sınıfı ve güdümündeki gericilerin ısrarla eğitim sistemine neden saldırdıklarını görebiliyor musunuz? Tek bir sözcüğünü bile bilmediği, harflerini tanımadığı Arapça ve onların yaşam şeklinin dayatılmasını din falan mı sanıyorsunuz?
ÖTESİ YOK!
Kapitalizmin ürünü olan insan tipidir politikaya yansıyan. Bir kez erki eline geçirdi mi sök sökebilirsen! Yaşamın bütün dönemeçlerinde kendini merkeze koyan bu politikacı tipi kendini bir ayna gibi görür. Tarlaları talan eden çekirge sürüsü kadar zararlı, kobra yılanı kadar zehirlidir. Ve aynası sağı sol, solu sağ gösterir.
Aslında bunda şaşıracak bir şey de yoktur. Ayna da aynı işlevi görür. İnanmazsanız aynanın karşısına geçin. Sol elinizi havaya kaldırın. Aynadaki görüntünün size bakan yönünü konumlandırıp kaldırdığınız elin hangi el olduğunu görün. Siz sol elinizi kaldırırsınız, ayna onu sağ el olarak size yansıtır.
Bakın çevrenize… Size sağı sol, solu sağ gösteren çıkarcı ve kaba politikacıları, yöneticileri, köşe başı tutucularını bir değerlendirin. Her biri toplamda ayna kadar gerçekçidir. Ötesi yok!
NİKBİNLİK!
“Sık kendini sık, ne olacak böyle? Biraz rahat ol. Dünyayı sırtında taşıyor gibi zorlanıyorsun. Herkes senin gibi mi yaşıyor baksana? Bütün bozukluklara karşın biraz mutlu olmaya çalış. Bak ne güzel insanlar var aramızda. Kıyamet kopsa kılları kıpırdamaz. Bir kere gelinir dünyaya. Her şeyi kendine dert etme. İnceldiği yerden kopsun. Sıran yaklaştı hadi sevin. Dünya güzel. Şimdi görünmüyor ama gökte yıldızlar var. Yarın sabah gene güneş doğacak. Doğruluk yalanı, iyilik kötülüğü yenecek. İnsanın içinde umut var, o hiç bitmeyecek.” (Sayfa: 48)
…
Çoklu okumaları sürdürüyorum. On-yirmi yıl önceki direngenlikte olmasa da sürdürüyorum. Dört beş kitaplık çoklu okumalar yapıyorum. Şimdilerde bu kitaplardan birisi Talip Apaydın’ın “Sıradışı” adlı öykü kitabı. Üstteki paragraf, kitaptaki “Kendini Sıkan Adam” adlı öyküden alıntıdır.
8 Mayıs 2005 tarihinde Çaycuma’da konuk ettiğimiz bir değerimizdir Talip Apaydın. O tarihte adıma imzalattığım kitabın bu paragrafında, sanırım kendinden söz ediyor yazar. Toplumda yaşanan olumsuzluklara ve bunun insan üzerindeki yansımalarına göndermeler yapıyor. Minibüs durağında araba beklerken öykü kahramanının iç konuşmalarını yansıtmış.
“İnsanın içinde bir umut var, o hiç bitmeyecek!”
Toplumcu gerçekçi sanat anlayışının bir yansımasıdır o tümce. Apaydın’ın “umut” dediği şey, kişinin yaşamı algılama şekli olan politik bilincinin bir ürünüdür. O bilinç ve ürünü olan umuttur direnci besleyen. İnsan o umudun bilgisiyle ayakta kalır. Gelecek güzel günler o umudun çiçekleriyle güzelleşecektir.
Yazarın nikbinliği, ham hayal bir ütopya değildir.