HERKESE BOL GELEN ÇAYCUMA, MAKSUT ÇAVDAR’A MI DARDIR?
HERKESE BOL GELEN ÇAYCUMA, MAKSUT ÇAVDAR’A MI DARDIR?
Genç kuşak bilmeyebilir ama bizim kuşağın yakından tanıdığı bir kişidir Maksut Çavdar. Beyaz eşya ticareti yapan bir tüccardı. Kendine özel bir kişiliği ve ticaret anlayışı vardı. Toplumsal yaşamını ikiye ayırırdı; “Hasan Ataman-Mevlüt Kırnapçı-Fikret Kilit’le tanışma öncesi ve sonrası!”
Ailecek bizleri evinin bahçesine kahvaltıya davet etmiş, o gün geçmişe dönük birçok özeleştiride bulunmuştu. 12 Eylül döneminde sağ politikaların etkisiyle birçok yanlış davranışlarda bulunduğunu, Atatürkçü Düşünce Derneğinin kuruluşu süreci sonrası “sol düşünce”yle tanıştığını, bu tanışıklık sonrası geçmişinden büyük pişmanlık duyduğunu bizzat bize ifade etmişti! Şu cümle ona aittir; “Ben Maksut Çavdar olarak, Hasan Ataman, Fikret Kilit ve Mevlüt Kırnapçı’yla daha önceki yıllarda tanışmamış olmayı büyük bir eksiklik olarak görüyorum! Keşke sizi daha önce tanımış olsaydım!”
Maksut Çavdar, burada yazmakla anlatılamayacak kadar çok toplumsal katkılarda bulunmuştur Çaycuma’ya. Hastane odası düzmekten, okul bahçelerine Atatürk büstü ve Atatürk köşesi yaptırmaya, okul kütüphanelerinden, cami derneklerine kadar katkısı koymadığı bir alan yok gibidir.
Ancak bizler onu asıl Ticaret ve Sanayi Odası’nın kurulup örgütlenmesi ve Atatürkçü Düşünce Derneği Çaycuma Şubesinin kuruluşundan tanırız.
Hem TSO hem de ADD döneminde gerçekten büyük başarılara imza atılmıştır. Çaycuma Organize Sanayi Bölgesi onun çalışmaları sonunda kurulmuştur. O dönem, TSO Dergisi Çaycuma’yı her alanda ve her anlamda temsil eden bir yayın organıydı.
ADD Başkanlığı dönemindeyse yüz yirmi dolayında yükseköğrenim öğrencisine burs sağlandı. Beş bin kitaptan oluşan ve halen faal olan ADD Kütüphanesi kuruldu. Birçok etkinliğe imza atıldı. Genel Yayın Yönetmenliğini benim yaptığım ADD İletişim Dergisi 1000 adetlik baskı sayısıyla ve ücretsiz olarak 17 Sayı dağıtılıp okuyucuya ulaştırıldı.
Maksut Çavdar, henüz hayattayken, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı-Ayten/Maksut Çavdar Öğrenim Birimini kurdu. Kendi evini vakfa bağışladı. Ayrıca tüm mal varlığını Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfına bağışladı.
17 Ağustos 1999 Marmara Depremine Yalova’da yakalanıp yaşamını yitiren Maksut ve Ayten Çavdar çiftinin mezarı şehir mezarlığında mütevazı bir beton kalıp içinde bulunmaktadır.
Uzattım, biliyorum ama… Aşağıda soracağım sorunun yanıtlanması için kısa da olsa Çavdarlardan söz etmem gerekiyordu.
…
Çaycuma Belediye Meclisi belirli aralıklarla kimi cadde ve sokaklara yeni adlar vermekte. Yeni sokak ve cadde adlarının verildiği haberini her işitişimde kulak kabartmışımdır. Ne yazık ki şu ana kadar hiçbir sokağa Maksut Çavdar adı verildiğini işitmedim.
Neden?
Aslında ben bu sorunun yanıtını biliyorum! Ne yazık ki bu sorunun yanıtı nesnel değil; öznel! Bildiklerim ve tanıklıklarımı yayımlayacağım Çaycuma konulu kitapta anlatacağım için şimdilik dillendirmeyi çok doğru bulmuyorum. Zaten bilen, bilmesi gerekeni biliyor!
Çaycuma kamuoyunun yakından tanıdığı birkaç kişi Maksut Çavdar’ı ‘hiç’ sevmez. Bu kişileri adlarıyla birlikte tek tek söyleyebilirim aslında! Ancak bunu söylemeyi henüz erken buluyorum.
Çaycuma’da herhangi bir cadde ya da sokağa Maksut Çavdar adının verilmemiş olmasını “bir unutkanlık” olarak düşünmek istiyorum! Umarım anımsanır ve bir hak yerini bulur!
Buradan ilgililere sesleniyorum; Herkese bol gelen Çaycuma, Maksut Çavdar’a mı dar geliyor? Çaycuma’ya değer katmış insanlara böyle mi sahip çıkacaksınız?
Çaycumalı bir yurttaş olarak, Çavdar’ın evinin bulunduğu sokağa ya da yeni yapılan herhangi bir tesise Maksut Çavdar adının verilmesini istiyorum!
İlgililere önemle duyururum…
(Not: Çaycuma’da benim bilgim ve gözümden kaçmış olabilecek şekilde herhangi bir cadde ya da sokağa Maksut Çavdar adı verildiyse peşinen özür dileyip bu yazımı yayından kaldıracağım!)
ÇINAR AĞACI BUDAMAYI SEVMEZ DEMİŞTİK!
Başlığın yanındaki görsel, Çaycuma’ya bağlı Filyos Beldesinde, deniz kıyısındaki ağaçlık alana aittir. Görülen ağaçlar çınar ağacıdır. Ortalama yirmi-yirmi beş yaş grubunda olan ağaçlar, geçen yıl Filyos Belediyesi eliyle ‘domurularak’ güya budanmıştır. O günlerde Çaycuma Belediyesi eliyle Çaycuma’da da uç budaması yapılmış, ‘güya’ çınar ağaçları budanmıştı. Budamanın yanlışlığını dile getirdiğimde olumlu, olumsuz birçok tepki gelmiş, konu gündem olmuştu.
Geçen gün Filyos’a götürdüğüm konuklarımı gezdirirken belediyenin çanına ot tıktığı çınarları görünce içim sızladı. Zaten genelde budamayı, normalde uç budamayı sevmeyen çınar türü ağaçların bütün ana dallarını kesip domurduktan sonra ne hallere düşürüldüğünü yakından gördüm.
Çınarlar resmen can çekişiyor. Yeniden filiz verip yaşama tutunmaya çalışmışlar. Güya kesilen ana gövdeler macunlanmıştı ama görün ki bu macunlama gövdenin yağan asit yağmurlarından korunmasını sağlamamıştı. Çınar ağaçlarının ömrünü en az yarı yarıya düşüren bu budama aymazlığı için ne diyeyim bilemiyorum.
Bir kez daha yazıyorum; çınar ağacı budanmaz! Yaralı, kırık, tehlike arz eden anaç dalların bakım ve onarımı yapılır. Çınar ağaçlarında uç budama (dal uçlarının kesilmesi) hiç yapılmaz. Uç budama bu ağaçların ömrünü kısaltır ve öldürür!
Dik kafalılığınız ve kişiliğinize yansıyan inat, şehirlerin birçok dokusuna zarar verirken, bitki örtüsünü de heba ediyor! Lütfen görün bunu!
ŞOFÖR HAYRİ GİBİ OLMAK!
“Camdaki Kız” adlı dizide bir Şoför Hayri tiplemesi var! Milyar dolarları olan işadamı Rafet Koroğlu’yla bir rastlantı sonucu tanışır ve onun harbi ve doğal duruşunu kendinin gençliğine benzeten Koroğlu tarafından özel şoförü olarak işe alınır.
Hayri, tam bir halk insanıdır. Kendi yağıyla kavrulduğu her halinden anlaşılan bir evde özgürce yaşar. Arkadaşlarıyla buluşup mütevazı çilingir sofrasını kurup rakısını içer. Patronuna söz söyletmez ama duruşu da diktir.
Koroğlu’nun engelli oğlu Muzaffer, genel kadınlık yapan birini anlaşmalı olarak gelin adayıymış gibi ailesiyle tanıştırır. Hayri, bu kadını mahallesinden tanımakta ama genel kadın olduğunu bilmemektedir. Onun bu durumu bilmediğini de Muzaffer bilmemektedir. Ne ki gene bir durum nedeniyle Koroğluların evine giren Hayri’nin gelin adayını tanıyacak olmasından ürken Muzaffer, ailenin önünde Hayri’yi enikonu azarlayıp kovar! Hayri’nin gururu incinir ve Rafet Koroğlu’nun kendine sunduğu bütün varsıllık olanaklarından vazgeçip istifa eder! Koca Koroğlu, Hayri’nin yoksul evine gelip onu istifa etmemesi için ikna etmeye çalışır ama gururu incinen Hayri dik duruşunu sürdürür ve geri dönme önerisini reddeder!
…
Üstteki kısa betimlemeyi burada kesip Şoför Hayri’nin bilinciyle sürdürüyorum…
Siz var ya siz! İnsan emeğini sömürüp banka cüzdanlarını, malını mülkünü şişirenler, emeğiyle geçinen insanları köle gibi görüp aşağılayanlar… Sizin malınız mülkünüz, banka cüzdanlarınız, makam ve mevkileriniz, metresleriniz, yiyip içtikleriniz, yolda yürüyüşünden konuşmasına kadar ukalalıkta sınır tanımayışınız, Şoför Hayri gibiler nezdinde vız gelip tırıs gidersiniz!
Şoför Hayri ve sınıfsal arkadaşları, kazandıklarını çoluk çocuğuyla bölüşe paylaşa yiyip öldüklerinde geriye onurlu bir yaşam bırakırlar. Siz öldüğünüzde geride bıraktıklarınızı yaşarken bölüp paylaşmadığınız karınız, oğlunuz, kızınız size söverek paylaşır ve yer paranızı, malınızı mülkünüzü!
Sizinse Cehennem’e kadar yolunuz var!
Bu konuda yazacaklarım bu kadar!
SEVMEK!
“Sevmeden evlenmek, inanmadan dua etmek gibi bir şeydir. Böylesine alçaklık insan olana yakışmaz!” (Anton Çehov-Düello)
…
Üstteki cümleye ekleyecek herhangi bir sözüm yok! A.Çehov, söylemek istediğini kahramanına söyletmiş. Buyurun! Bu güzel saptamayı, sevgisizlik çukuruna düşenlere armağan ediyorum!
Evinin dört duvarını kendisi ve evli olduğu kişi için bir işkence evine çevirenler bu cümleyi alın ve çerçevelettirip evinizin görünen bir duvarına asın! Sonra da o şapşal ağzınızı kapatın!
(Not: Bu ara ikili okuma yapıyorum. Bir elimde Anton Çehov’un öyküleri, diğer elimdeyse Sait Faik Abasıyanık’ın öyküleri! Öykü severlere bu ikili okumayı öneririm!)
GÖKYAŞIL
Bizim köyde (Çaycuma-Yeniköy) kertenkeleye “Gökyaşıl” denir. Yazılarımda, öykü ve romanlarımda, şiirlerimde, konuşmalarımda konu kertenkeleden açılınca “gökyaşıl” derim. Doğal olarak insanlar sorar; “Hocam, bu gökyaşıl dediğinizin gökyeşil olması gerekmez mi?”
Sözcüğün etimolojisiyle ilgili literatür bilgim olmadığından, sözcüğün evrim geçirmiş olabileceğinden falan söz eder bir şekilde açıklamaya çalışırdım.
Avusturya-Viyana’da yaşamını sürdüren Ereğlili hemşerimiz, araştırmacı yazar dostum Güngör Şenkal’ın gönderdiği makaleyi okuyunca gördüm bu sözcüğün dilsel serüvenini.
Şenkal’ın makalesinde belirttiği üzere Divan-ı Lügat-it Türk’te ‘yeşil’ rengi “yaşıl” olarak belirtilmiş. Sözcüğün kökeni Göktürk alfabesine dayanıyor. Yani bizim köye kadar ulaşmış olan kertenkelenin gökyaşıl olarak adlandırması aslında doğru olanıymış!
Bu duruma hem şaşırdım hem sevindim. Araştırmacı yazar dostum Güngör Şenkal’a teşekkür ediyorum. Artık ‘kertenkele’ yerine hep ‘gökyaşıl’ sözcüğünü kullanacağım!