HÂKİM BEY!
HÂKİM BEY!
“hadsiz”, “küstah”, “sonradan görme”, “bencil”, “egosu ile tescillenmiş”, “hırsı gözünü döndürmüş”, “çelişkili kişilikli”, “kedi kıçını görmüş yara sanmış”, “maçası sıkmadığı için”, “tatlı su solcusu”, “yüksek egolu”, “bilgiç”, “megaloman kişilik”, “güya eğitimci”, “herkese tepeden bakan”, “hastalıklı ruhlu”…
…
Üstte okuduğunuz hakaret içerikli sözcükleri bir paragraf içinde kullanın desem içinden çıkamazsınız. İlgili şahıs bu nitelemelerin tamamını aynı tümcede kullanmış ve (… size kimi hatırlatır?) diyerek bitirmişti. Yani, cesurca yazdıklarının altına aynı cesurlukta imzasını atamamıştı! Tükürmüştü, sümkürmüştü, kusmuştu ama kime tükürdüğünü, sümkürdüğünü, kustuğunu yazamamıştı! Yürek bu; herkeste bulunmaz ki!
Durum savcılığa yansıtıldı. Savcı kamu davası açtı ve TCK 125/1 ve 2. Maddeler uyarınca cezalandırılmasını istedi. Mahkeme günü gelip çattı!
…
“Hâkim Bey, ben o sözlerimi hocaya demedim. Öylesine söyledim. Hoca üzerine alınmış!”
“Hâkim Bey, ben hocayı uzun yıllardır tanırım ve abi-kardeş gibiyiz!”
“Hâkim Bey, gördüğünüz gibi paragraf (… size kimi hatırlatır?) diye bitiyor!”
“Hâkim Bey, beraatımı istiyorum!”
…
Bu ifadeler TCK 125/1 ve 2. Maddesinde yer alan suçun işlendiğini açıkça gösteriyor olmasına ve sosyal medya üzerinden yazılı bir ileti ile gerçekleşmesi nedeniyle de aleniyet gerçekleşmiş ve TCK 125/4 gereğince işlediği suç bakımından artırıma gidilmesi gerekirken BERAAT etti.
Ne ki bu önemli değildi! Bu memlekette en tepeden en aşağıya kadar gücü eline geçiren herkes gücü yettiğine her türlü hakareti ediyor ve hiçbir şey olmuyor! Yeni bir durum değil yani. Şaşırmadım, kızmadım. Benim için önemli olan muarızımın tükürüğünü, sümüğünü ve kusmuğunu kayıtlara geçer bir kesinlikle ‘zart-zart’ yalamasıydı!
Kıssadan hisse odur ki ya haddini bilip; tükürüp sümkürmeyecek, kusmayacaksın ya da tükürüp sümkürdüysen, kustuysan; yalamayacaksın!
Ayrıca “Kötü söz sahibine aittir!” diye bir atalar sözümüz var. O ‘leş kokulu’ paragrafı katlayarak bir kez daha sahibine iade ediyorum. Afiyet olsun!
Not: İlgili şahıs beni kastederek; “sonradan gurme (görme demek istemiş sanırım; dili sürçmüş)”, “kendini bir b.k zanneden”, “kıskançlıktan gözü dönmüş”, “şirazesi kaymış”, “shapshall” diye yazmış. Eksik kalmasın; bunları da al, nerene ne yapacaksan yap!
“AHMAK!”
Bir bakan “Ahmak!” diyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı E. İmamoğlu da bakana yanıt olarak mealen “Asıl ahmak, böyle diyendir!” diyor. Üst bölümde okuduğunuz tarafıma yapılan hakaretlerle karşılaştırırsanız “Ahmak!” sözcüğü sıradan bir yanıtken İstanbul mahkemesi; 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve “Siyasetten men” cezası veriyor. Çaycuma mahkemesi bir paragraf dolusu hakarete “BERAAT” diyor. Bu durumda görüntü şöyle; E. İmamoğlu Çaycuma’da olsaydı yırtmıştı!
Bu örneği ilgili şahıs için değil; yancıları ve yandaşları bilsin diye verdim. Bir süre sonra yapıp edecekleriniz, söyleyip anlatacaklarınızın bir anlamı kalmayacak! Siz kendinizi ‘bez mendil’ sanıyorsunuz ama ‘kâğıt mendil’ olduğunuzu bilin istedim. Bana inanmıyorsanız sümkürülüp çöpe atılanlara sorabilirsiniz. Kendinizi test etmek istiyorsanız sosyal medya paylaşımlarınızın altına bakın. İlgili şahsın tek bir ‘Beğen’ tuşuna rastlarsanız listenin dışına çıkabilirsiniz.
CHP GENEL MERKEZİNE ELEŞTİRİM!
Saddam Hüseyin; “Beni adaletle yargılayın!” dediğinde, “Çıkardığın yasalarla yargılanıyorsun!” cevabını almıştı. Tarihin böyle bir öğreticiliği de var!
Dün sustukların bugün başına geldiğinde kendini sorgulayacaksın. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve HDP’li belediye başkanları hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde görevden alınıp tutuklandıklarında onlara sahip çıkmış olsaydınız, bugün yaşananların büyük bir kısmını yapmaya cüret edemezlerdi. Size “PKK’lı terörist!” denilmesinden ürküp korktunuz. Ama onlar size ve kendilerinden olmayan herkese “PKK’lı, FETÖ’cü, terörist!” demeyi hiç bırakmadı! Ve hiç bırakmayacaklar!
Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Halk Partisinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün pek bilinmeyen ama çok değerli olan bir sözü var anımsatayım; “İdare-i Maslahatçılar devrim yapamaz!”
Yüzünüzü hep sağa döndürerek “devrim” yapmayı denediniz; tutmadı! İYİ Parti yükseliyor, siz CHP olarak % 25’e çakıldınız! Bunun nedeni, sesinizi yükseltmeniz gerektiği anlarda “İdare-i maslahat”çılık etmeye çalışmanızdır! Üzgünüm; durum bu!
İLK DÜĞME!
İkinci kez aradığında “Sendika yöneticisi meslektaşımla görüşeyim!” dedim. Öğretmenler Evi önündeki kavlangaların altında meslektaşımla durum analizi yaptık.
Büyük umutlarla kurulmuş Çaycuma Kent Konseyi dağılmış, ipler gerilmiş, emekler heba olmaya doğru gidiyordu. O sıralar senin bir işe gereksinmen vardı ve deneyimin, birikimin buradaki dağılmayı derleyip toparlamaya yeterliydi. Seni telefonla arayıp, “Teklifi kabul et, ancak öncesinde birlikte görüşüp durum değerlendirmesi yapalım!” dedim. Ne ki bir iki ayrıntılı telefon görüşmesi dışında yüz yüze durum değerlendirmesi olanağımız olmadı. İşi kabul ettin ve Çaycuma’ya gelip gitmeye başladın. Bu gidip gelmelerin zor olacağını, buradan ev tutup taşınmanın yararlı olacağını bizzat sana ben söyledim. Ailevi nedenlerle bunun olanaksız olduğunu söyledin.
“Bilincinin sana söylediği doğrulardan ayrılma. İlgili şahıs zaman içinde adım adım kapsama alanını daraltır; buna dikkat et. Sonra kıpırdayacak halin kalmaz!” türünden çok görüş alışverişlerimiz olduysa da sana en büyük kötülüğü yaptığımızı anladığımızda iş işten geçmişti. İlk düğme yanlış iliklenmişti.
İlgili şahıs dahliyle bana yaşatılanları seninle doğrudan görüştüm. Bana, “Yönetmeliğin bir yerinde öyle bir madde yazıyor diye...” başlayan cümleyi kurduğunda, bırak yanımda olmayı, karşımda cephe oluşturduğunu görmek içimi burktu.
Aslında ilk sinyali ‘Halkın Sesi’ olayında vermiştin. Gözümü yumuverdim. Hem Cumhuriyet Meydanında, hem Filyos Yolu üzerindeki çınarlara ‘budama’ adı altında hasar verildiğindeki tutumun da olumsuzdu. Daha arada mutlaka başka sinyaller de vermişsindir ama sana olan muhabbetim nedeniyle görmezden gelmişim demek ki. “Hiçbir şey romantik bir rüşvet kadar kahpece olamaz!” der Yevgeni Yevtuşenko.
Ne yazık ki seni kaybettik ve içimiz burkularak okuduğumuz yazını yazmak durumunda kaldın.
Sana “Yalancı!” dediler diye Karabük ve Safranbolu’daki dostları nasıl karşıma aldığımı, devamında nasıl Devrek’teki şahısla itiş kakış olduğumu anımsadıkça ruhum daralıyor! Değmezmişsin! Şimdi düşünüyorum da “Halkın Sesi” müdahalen bile başlı başına bir göstergeymiş!
Bence artık o hamasi yazılarını yazma! İstifa onurlu bir davranıştır. Aç kalmazsın; biz birbirimizi hep kucaklamışızdır. Seni buralara bulaştırdığımız için ben kendi adıma hatamı kabul ediyorum. Seni, yapıp ettiklerinle ya da yapıp etmediklerin, sustukların, onayladıkların için asla affetmeyeceğimi bilmeni isterim! Tepesine uçan daire konmuş bina önünde beni gördüğünde yolunu değiştirmene gerek yoktu. Ben yüreği sıcak bir insanım! Bir merhabamı eksik etmem. Ama bil ki içimi üşüttün ve yaşamımın kalan zamanında o üşüme hiç gitmeyecek! Yaşamımdaki tek ‘keşke’yi söylettin bana! Keşke seni onunla hiç tanıştırmamış olsaydım! Onun bastığı toprakta kırk yıl ot bitmediğini düşünebilmeliydim! Düşünemedim; kusura bakma!
Çok iyi bir arşivci ve kırk yıldır günce yazan birisi olduğumu biliyorsun. Eğer bu yazıma yanıt vermek gibi bir duruma gidersen gün, yer, saat ve fotoğraflarla yanıt vereceğim. Nasılsa “Gök kubbenin altında artık hiçbir şey bilinmiyor değil!”
BİZİM ÇİZGİ…
Bizim Çizgi’de yayımladığım yazıları yayımlayan Zonguldak merkezli bir yayın organı için bir arkadaş sordu; “Hoca, hayrola?”
Hayırdır! Bilmediğiniz bir şey yok. İster Pusula ister Halkın Sesi, ister Cumhuriyet Gazetesi fark etmez. Yazı bütünlüğünü olduğu gibi koruyup, kaynak belirten her yayın kuruluşu basın ilkeleri gereği yazıları yayımlayabilir. Yazdıklarım da yapıp ettiklerim gibi kamu malıdır! Kim ihtiyaç duyarsa alıp kullanabilir! Yineliyorum, tek koşulum; yazı bütünlüğünün korunması ve kaynak belirtilmesidir! Kamuoyuna açıklamadığım hiçbir hareketin içinde olmadığımı en iyi siz bilirsiniz. Özel bir durum yok yani.