HAFTANIN GÜNDEMİNDEN NOTLAR!
HAFTANIN GÜNDEMİNDEN NOTLAR!
R.T. Erdoğan; “Hayat pahalılığı nedeniyle alım gücümüz bir miktar düşmüş olabilir.”
Bakan Nebati; “Önümüzdeki dönemde enflasyonda belirgin bir düşüşün olmasını bekliyoruz.”
TV’ler; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan Süleymaniye Camisi’nde İngilizce hutbe!
Sedef Kabaş; “İngilizce hutbe caiz, Türkçe ibadet haram!”
İktidar; Türkiye’de iktidar; kendi çiftçisine yerli tohumu yasaklayıp ekene hapis cezası verirken İsrail tohumuna teşvik veren iktidardır…
Timur Soykan; “Can Atalay hapsedildikten sonra Soma, Aladağ, Hendek duruşma tutanaklarını okuyorum. Katliamların sorumluları aynı sözlerle saldırıyor Can’a. Kötülüğün taktiği hep aynı.”
BBC Dünya Servisi Türkçe Yayınlarının haberi; -Uzmanlar, Türkiye’de altın madenciliğinin etkilerini değerlendiriyor.- “Türkiye’de pamuk, zeytin ve ayçiçeğinin eskiden en yoğun olarak görüldüğü yerlerde artık yok!”
Şenol Babuşcu; “Bankacılık çevrelerinden edindiğim bilgilere göre döviz kurunu bu seviyelerde tutmak için, Merkez Bankası kamu bankaları aracılığıyla haftalık 2,5-3 milyar dolar, aylık yaklaşık 10-12 milyar dolar döviz satıyor.”
Bize diyorlar ki; “Şükredin! Açlıkla, işsizlikle, yolsuzlukla, adaletsizlikle, baskıyla, zulümle, yalanla, talanla, din simsarlığı ile yaşamasını öğrenin!” Şükredelim mi?
Mahfi Eğilmez; “Türkiye’de sermayeyi temsil edenlerin çoğu aslında burjuva değil büyük esnaftır. Emeği temsil eden işçilerin çoğu da sendikasız çalışan konumundadır. Yanlışlara baş kaldırılamamasının temelinde bu gerçek yatar.”
Enflasyon; Enflasyon % 60’ken 100 Liralık ürün 160 Lira olur. Ertesi yıl enflasyon % 50’ye düştüğünde ürünün fiyatı 80 Liraya düşmez; 240 Liraya çıkar. Ekonomiyi yönetenler ve onlara oy verenler bunu anlayabildiğinde enflasyonu yeneriz. Anlayamazlarsa, “Acıtmadı ki!” deyip dururuz.
“Şalvarı şaltak Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak Osmanlı!” (Şaltak; Yaygaracı, gürültücü, çığırtkan, kavgacı, gevşek.)
Bizim “şaltak” Osmanlıcılar, şiirde söylendiği gibi hep yemeye ortak! Onlara sempatiyle bakan halkıma birkaç not; 1-Osmanlı bir ulus adı değil; aile -sülale- adıdır. 2-Osmanlıca diye bir dil yok. Osmanlıca dediğiniz şey aşure yemeğidir. 3-Onlara sempati duyan sen Türksün! Dilin Türkçe. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey dışındaki tüm padişahların anası yabancıdır! Gör bunları, bil bunları, kaldır kafanı! Başımıza ne geliyorsa senin yüzünden geliyor. Seni beklemekten imanımız gevredi!
Marş yazmasın; “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” yok edilince varacağız barışa. Bunun gereğini anlatacak elbet sanatçı. Ama asıl zafer, bunu öteki insanların da duyması. Sanatçı bu arada marş yazmasın yeterli!” Sennur Sezer
Yaşlılık; Yaşlılık dediğimiz şey düpedüz bağbozumudur! Güz mevsimindeyiz; önümüz kış! Çekip alacaktır yaşam sizi. Gerisi faslı hazan! Mevlüt Kırnapçı
Göğüs dolusu; Bulgaristan’a geçen üç devrimci; Fahri Erdinç, Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman! “Göğüs dolusu soluyabileceği bir yer”dir onlar için Bulgaristan.
FOTOĞRAFLARIN DİLİ!
Görüntülerin belleklere kazınmasının belgesidir fotoğraf! Evinizin duvarına çaktığınız tablo gibi adresi bellidir hep. Her baktığınızda farklı anlamlar yüklersiniz. Atsanız atılmaz, satsanız satılmaz! O anın reddedilemez bir tanığı olarak durur karşınızda.
Bireysel tarihimizin önemli anlarını belgeleyen tanığımızdır fotoğraflar. Tanığımız dediysem… Kimi kez de “keşke” dedirten ve istenmeyen bir konuk gibidir belgeliğimizde!
Kübik bir resim, soyut bir şiir gibidir fotoğraf. Her bakanın farklı şeyler görüp farklı anlamlar yüklediği birer bilmece gibi!
Yazının bu bölümüne konu olan üç fotoğraf paylaşıyorum sizinle. Daha önce sahiplerince kamusal alanda aleniyet kazandığı için “özel” olmanın dışına çıkmış ve kamu malı olmuş üç fotoğraf.
Bu üç fotoğrafın her birinin farklı bir öyküsü var. Var ve üstte de yazdığım gibi bu öykü kişiye göre farklı anlamlar içerir. “O öyle değil; böyle!” deme hakkı vardır herkesin. Ne ki benim de “O kadar uzun değil; bak bu böyle!” deme hakkım vardır. O hakkımı kullanmak için hayli beklediğimi söylemeliyim. İşin gerçeği de açıp ağzımı söyleyeceklerimi sıralamak için hayli daha bekleyeceğim de açık!
Fotoğraflarda olan objelerle olmayan objeler öykünün önüne geçer çoğunlukla. Objektif olanla sübjektif olan çatışır. Çatışma her zaman doğru sonuca varmaz. Doğru sonuç için söylenenlerin ve söylenmeyenlerin demlenmesi, olgunlaşması gereklidir. Gün gelip gerçek sübut bulduğunda öykü kendini tamamlar. O nedenle biraz zamana gereksinim vardır.
Bilirsiniz, zaman en büyük yargıçtır. Haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü ve eğriyi doğruyu saptar. İşte o zaman söyleyecek söz biter. Gerçeklik kendini anlatır.
Gerçekliğin kendini anlatması için çok beklemeyiz kimi kez. Kimi kez ölüp gideriz de ardımızdan bir hakkın teslimi yapılır.
Ben anlayacağımı anladım, bilmem gerekeni bildim. Kendi yargımı oluşturup söyleyeceğimi söyledim. Gayrısı, geride kalanlar içindir. Zaman denilen süreç daktilonun tuşlarına sert darbeler atarak yazıyor öyküsünü. Buruk ve insanı üzen bir öykü bu! Ne ki yaşananlar kişinin bireysel yazgısı olma ötesinde bir anlam taşımaz. Bıçak keser, güneş ısıtır, su ıslatır!