GONDOROZUN İÇİNDEN!
GONDOROZUN İÇİNDEN!
Eski adı “Kirsecük”tür. Çaycuma’ya on üç kilometre uzaklıktadır. Doğduğum köydür. Adının Yeniköy olduğuna bakmayın pek de yeniliği içselleştirebilmiş bir köy değildir. 1970’li yıllardan bu yana hep sağ partilere oy akıtır!
Köyün girişindeki Set Tarlasında bir “Küçük Kilise” olduğu ve zamanla yok olduğu rivayet edilir. Köyün Geyikpınarı Tarlası olarak bilinen yerin düzünde de ikinci ve daha büyük bir kilise olduğu rivayet edilir. Yani bu rivayetler doğruysa Yeniköy bir zamanlar “Gayri Müslim”lerin yaşadığı bir yerdir ve adı da “Küçük kilisenin olduğu yer” anlamına gelen “Kilisecik” sözcüğünün zamanla “Kirsecük” ve hatta “Kesecük” şekline dönüşmesinden gelmektedir.
Yeniköy, Cumhuriyetin ilk yıllarında Balgur Köyüne (Yolgeçen Köyü) bağlıdır. Yeniköy’le Balgur arasındaki Balgur Dağının Yeniköy yakasında şimdilerde adı “Büyük Mezarlık” olarak bilinen bir “Gayri Müslim Mezarlığı” bulunmaktadır.
Yeniköy adı kamuoyunca birkaç nedenle iyi bilinmektedir.
2005 Yılının Ağustos ayında Yeniköy Ören Tarlasında yapılan yasadışı toprak katliamı ulusal basında ve yerel basında yer almış, bu satırların yazarı Mevlüt Kırnapçı eliyle yoğun bir hukuksal savaşım verilerek, müteahhit firma o alandan söküp atılmıştı. Dönemin Zonguldak valisi bu durumu içine sindiremeyip uydurma gerekçelerle açtırdığı bir soruşturmayla öğretmeni sürgün ettirtmiştir. Bu konuyla ilgili TBMM’ye soru önergesi bile verilmiş, haftalarca gündemde kalmıştır.
Yeniköy, aynı zamanda GMİS önceki dönemler Genel Başkanı Ramis Muslu’nun da köyüdür. Ramis Muslu daha sonra CHP İl Genel Meclisi Üyesi olarak görev yapmış, son seçimlerde bildik ayak oyunlarıyla tasfiye edilmiştir.
Yeniköy, Şehit Kerim Keçeci’nin de köyüdür.
Yeniköy’e ilişkin daha söylenecek çok söz var, ancak…
Çaycuma Belediyesi organizasyonunda gerçekleştirilen Çaycumalılar Buluşuyor etkinlikleri kapsamında Yeniköy’den Veli Baba Türbesine yapılan doğa yürüyüşü aklıma getirdi bütün bunları.
Bazı dostlar bu yürüyüşte neden olmadığımızı sordu. Neden olmadığımız ve olamayacağımızın yanıtını verdik ama işin yoruma açık yanı dışında söylemem gereken şey güzergâh yanlışlığıdır!
Yeniköy’den Veli Baba Türbesine yapılacak gezi için en kötü yol seçilmiştir. Ne diyeyim ben size? Google Earth üzerinden güzergâh belirlerseniz böyle olur. Doğa yürüyüşüne katılanlar adına üzüldüm. Hiçbirisi neden Veli Baba Türbesine bu yerden çıkıldığını bilmiyordu. Çamurla mücadele ettiler. Bastıkları topraklarla ilgili hiçbir bilgi verilmedi onlara. Ağaç, tarla, güneş, hava ve dron çekimi! Hepsi bu…
Kötünün iyisi de şu… İyi ki Mevlüt Kırnapçı ve Ramis Muslu, Çömlekçi Köyünden değil! Kim bilir o zaman sizi hangi gondorozun içinden Gali Dağına tırmandırırlardı?
Beyler, nispete gerek yok! Tarih herkesin hakkını vererek yazacak. Ak koyun, kara koyun misali… Yeniköy’ü ve Yeniköylüleri Çaycuma’nın tarihinden silmeye sizin gücünüz yetmez! Yormayın kendinizi…
“FORLANTA!”
Bir kısım zevatın “Stockholm”a (Stokholm diye okunup söylenir) “Stoklom” dediği gibi, bir tanıdık amca da oğlu, gelini ve torunlarının yaşadığı Hollanda’ya “Forlanta” derdi.
Bu amca hiç Hollanda’ya gitmemiş ve o ülkeyi hiçbir anlamda tanımamıştı. Onun Forlanta demesi oldukça masum bir aksaklıktır. Dili öyle dönmüş, öyle söylemiştir!
Neredeyse ömrünün dörtte üçünü Hollanda’da geçirip bu ülkeyi hiç tanıyamamış, içselleştirememiş ve hatta en kaba anlatımıyla uyum gösterememiş politik figürler, özgürlüğün dünya şehri Amsterdam’da yaşayıp, haklarını savunan sol ve sosyalist partilere oy verip, çifte yurttaşlığın hukuksuzluğuyla Türkiye için AKP’ye oy veriyor olması ancak Forlanta örneğiyle açıklanabilir!
Forlanta, sizin beyninizde Hollanda olmadan kurtuluş umudu yok!
PURO VE PAPYON!
“Puro” ve “Papyon”, karikatür ve hiciv sanatının zenginleri simgeleyen iki figürüdür.
Ne zaman sömürücü, halk düşmanı, zengin birisinin, ne bileyim böylesi bir politikacının karikatürü çizilse hemen eline bir puro tutuşturulup, boynuna papyon takılır!
Düz insanın puro içmeyip sigara içeceği, papyon değil; kravat takacağı ön kabul görür. Ve ben buna hep gülerim! Che ve Fidel puro içerdi. Onlar sosyalistti. Avrupa ve dünya uygarlığının yüz akı müzisyen, yazar ve ressamlarının çoğu papyon takardı.
Zenginin yerli arabaya binmeyeceği varsayılır. Audi, Mercedes ya da Jeep markalarıyla zenginlik simgelenir. Oysa benim bindiğim araba da Audi. Her ne kadar benim Audi ile onların bindiği Audi’ler arasında dağlar kadar fark varsa da şekil aynıdır.
Sanırım artık kimi simgeleri yenilemenin zamanı geldi. Bir gün puro yakıp papyon takarak Cumhuriyet Meydanına çıkarsam kimse “Ne oluyor?” demesin!
REENKARNASYON!
Öldükten sonra insan ruhunun başka bir insan bedeninde yeniden dünyaya geleceği inancıdır reenkarnasyon. Ruh göçü denir buna.
Konuya ilişkin Wikkipedia bilgisi şöyle; “Günümüzde ruh göçüne inanan insanların sayısı bir milyarı aşmaktadır. (Hindular, Budistler, Jainistler, Vikanlar, Kaodaistler, Ekistler, deneysel Spiritüalistler vs.) Ayrıca Dürzîlik ve Nusayrîlik gibi Orta Doğu‘da yayılmış bazı dinlerde de bu inanış mevcuttur.”
Literatür bilgisini burada keselim. Çünkü vurgulamak istediğim varsayım başka…
Bu inanışına göre, kişi ölecek ve beden toprak olurken ruhu başka bir insan bedeninde yaşamaya devam edecek. Hadi bunu biraz değiştirelim…
İnanış, insan bedeni yerine, doğadaki herhangi bir bitki ya da canlı olarak şekillenseydi… Ve örneğin insan canına kasteden diktatörler, acımasız zalim yöneticiler, toplum düşmanı kişilikler, yılan, siğil kurbağası, okyanusta balık ya da örneğin ısırgan otu, çalı dikeni ya da ne bileyim bir ayrık otu olarak yaşasaydılar…
Şenlikli bir inanış olurdu bu Reenkarnasyon! O zaman ben bile inanırdım!
“MECBUREN İNCİTME!”
Amin Maalouf, Saadet Özen’in çevirdiği “Işık Bahçeleri” romanında insan-doğa ilişkisine farklı bir yaklaşım getirerek, kahramanı Mani’ye şöyle söyletiyor; “Tanrım, bu yemek hazırlanırken toprak, bitkiler ve daha başka yaratıklar mecburen incitildi. Ama bunu yapanların insandaki ışığı beslemekten, senin kelamını yaşatmaktan başka isteği yoktu!”
İnanç yayıcısı ya da tek tanrılı bir yalvaç adayı olan Mani, kadirbilirlik adına ne kadar da insancıl bir söylem dillendirmiş!
Dut ağacı dile gelseydi, olgunlaşıp düşmedikçe meyvesinin koparılmasını ister miydi? Kabak, henüz önünde yaşanacak haftalar varken kökünün burulmasını ister miydi?
Ne ki doğanın evrensel ahlakı bunu bir kusur olarak görmüyor. Türlerin yaşam zincirini sürdürmesi adına bu tüketme ve acıtma sistemine onay veriyor!
Bir balıkçı teknesinin bir av safarisinde yüz binlerce hamsi balığı yakaladığını düşünsenize! Az bir katliam mı bu? Bizim beslenmemiz mecburi incitme değil; mecburi katliam!
İnsanın, tanrıya yaranmak için bir hayvanı boynunu keserek kanını akıtması yani kurban ritüeli de “mecburen incitme” sayılabilir mi? Sanırım zor bir soru bu! Ben işin içinden çıkamadım!