GİDERAYAK-2

mevlut

HAMİT HOCAYI ANMAK!

Hocam… Giderayak aramızda kara kediler dolaştı biliyorsun. Yerel yönetici bağlantılı bir cümlenin içinde seni kast edince belki dikkat bile etmediğin bu ayrıntı üzerinden çimdiklediler seni. Kanın kabardıkça kabardı ve seni halisane sevip saygı duyan benim gibi bir dostunu epeyce patakladın. Ne ki öncesinde, sırasında ve sonrasında söylediklerimde hiç yanılmadım ve üzgünüm ama hepsinde haklı çıktım. O davalar kazanıldı. Şer cephesi duvara tosladı! O kişiler cenazende yoktu. O söylemler salt söylemde kaldı. Omzumdaki ameliyat yarası nedeniyle tabutuna omuz veremedim ama son görevimiz olan toprağımı mezarına attım hocam. İlgili şahıslar yoktu.

Tadını kaçırmamak için uzatmayayım hocam. Seninle ilgili yazarak önerdiğim hiçbir konuda hiçbir iş ve eylem yapılmadı. Yapılırsa da inan bana göstermelik yapacaklar.

Hocam, senin için yapılan anma gecesinde oradaydım. Dostlarının anlattıklarını ilgiyle izledim. Fikret Hocam, titreyen sesini kontrol etmekte zorlandı. Bıraksak ağlayacaktı. Üzüldük. Kızının konuşması akıcı ve duyguluydu. Hepimizin gözü buğulandı.

Hocam, bakma sen şer cephesinin hay-huyuna, akan su, yolunu bulur ve gerçek sevgi süreç içinde gerçek yerini alır. Yapıp ettiklerini, kadir kıymet bilenler unutmayacak. Ölüm hepimiz için. Yarına kalacak olan yapıp ettiklerimiz, ürünlerimiz olacak.

Rahat uyu Hamit Ağabey, kara kedilere rağmen yerin sıcaklığını koruyor! Hep var ol e mi?

 

BÜYÜMEYEN ÇOCUK; ZEKİ BAŞOĞLU!

İçindeki çocuk hiç büyümemiş bir adamdır Zeki Hoca. İnsancıllığı, doğaya bağlılığı ve ilgisi, toplumsal sorunlardaki tutum ve kararlılığı, tepkileri, ince bir zeka ürünü olan esprileri, kimi kez yeri ve zamanını ayarlamakta zorlandığı ironi ve göndermeleri… Çok yönlü davranışlarıyla zengin bir kişiliği vardır Başoğlu’nun.

Zeki Hoca, kalem, çakı, çakmak vb. küçük alet ve eşyaları cebellezi etmeye olan zaafı hâlâ sürüyor mu bilemiyorum ama Öğretmenler Evi oyun salonlarında ya da söyleşilerde masa üzerindekileri kaşla göz arasında cebine attığı çok görülmüştür. Kaybolan eşyayı ona sorduğunuzda cebbar inkâr eder! “Yok, vallahi bende değil, almadım!” der falan ama kanmayın, birazdan kaleminizi cebinden geri alabilirsiniz.

Bir de komplo teorileri ünlüdür Zeki Hocanın. ABD, Rusya, Çin gibi ülkelerin Türkiye’yle bağlantılı politikaları üzerine envai çeşit entrika teorilerini keyifle dinleyebilirsiniz ondan. Bu konuda Zeki Hocanın tek rakibi Sabahattin Ketboğa’dır. Sabahattin Ağabey, Rusya’yı, Zeki Hoca ABD’yi teorilerinin odak noktasına oturtup bağlantılı yorumlarını inanarak yapar ve üsteleyerek sizin de inanmanızı isterler.

Zeki Hocanın içinde büyümemiş bir çocukluğu olduğunu yinelemeliyim. Kimi kez bir küçük arkadaşıyla kumun, toprağın içine oturup oynarken görürseniz şaşırmayın. Çocuklar onun gözünün bebeğidir ve kıyamaz onlara.

KONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA

Eğitim Sen’in, virüs salgını nedeniyle geçen yıl yapamadığı geleneksel Uçurtma Şenliğinin baş katılımcılarındandır Zeki Öğretmen. Ve bu nedenle benim geçtiğim dalgaların da baş aktörüdür. Tertip Komitesi, “Uçurtmayı en kestirmeden yere çakan” kategorisi koymuş olsa inanın bizim Zeki Hoca, her yıl birinciliği kimseye kaptırmaz. Gördüklerimden tanıklığımla söylersem, ben Zeki Hocanın bugüne dek uçurtmayı uçurabildiğini hiç görmedim. Eline giydiği inşaat eldivenleriyle, ipini saldığı uçurtma, her ne hikmetse iki çalkalanıp dolanır, sonra hızla yere çakılır. Alır beni bir gülmek. O saatten sonra kim beni susturabilir ki? Vah Zeki Hocam vah! Sendika için günlerce uğraşıp yapıverdiği uçurtmaların tek birini bile uçuramayan arkadaşım benim! Vah ki vah!

İyi bir yönetici, iyi bir öğretmen, iyi bir arkadaştır Zeki Başoğlu. Güzel rakı içer, iyi iddiaya girer, güzel güler. Benimle girdiği maç iddialarını ben kazanırsam rakıyı hemen içeriz. O kazanırsa mutlaka onu kazıklarım. Bu da benim ayıbım olsun!

KONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA

En geç iki üç haftada bir, bir araya gelip uzunca söyleşir, politik, ekonomik, siyasal konularda laflarız. Öğretmenler Evindeysek, çay paralarını ödemeden tüyebilir; aman dikkat!

Bir gün Öğretmenler Evine geldiğimde, bizim garson Bülent bana seslenip; “Komşum, yedi buçuk lira borcun var, öder misin?” dedi. Çıkarıp on lira verdim ve üzerini alıp cebime koydum. Kapıya doğru giderken birden geri döndüm ve “Yahu komşum, bu neyin borcu, anlayamadım!” dedim. Bülent muzipçe güldü. “Dün Zeki Hoca ve dört beş arkadaşın kavlangaların altında çay içti. Zeki Hoca, paraları senin vereceğini söyledi. Bu para, o para!

Aldı beni bir gülmek! Yarısı gün Zeki Hocayı yakaladım, başladık laflamaya. Derken gelen giden ve hatta yoldan geçenlere bile çevirip çay ısmarladım. Sonra da ani bir bahaneyle onu masada bırakıp gittim. Anlayacağınız, dinsizin hakkından imansız geldi. Sonradan öğrendiğime göre on beş lira çay parası vermiş!

Uzatmayayım. Zeki Hocam, vazgeçemediğim bir arkadaşımdır. Kendisini sever, saygı duyarım. Dert ortağımdır. Yanındayken hep uyanık ve dikkatli olmam gerektiği için ruh sağlığıma iyi gelir.

Son söz; Zeki Hocayla uzun bir şehir turu atmış olsam ortalama beş kişiyle kafa kafaya gelmem işten bile değildir. Allem edip kalem eder, hır çıkarır! Gördüğü davranış bozukluklarına sessiz kalmaz, koyar tepkisini!

Sağlıklı ve güzel günlerimiz hep sürsün hocam. Seni dostlukla kucaklıyorum.

 

DATÇA!

KONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA

Yandaki fotoğraf sekiz yıl önce çektim. Ancak Datça’ya ilk gidişim değildi. Daha önce güzel bir kış öncesi iki hafta dinlence yaptığımda gördüm ve bildim ki ahir ömrümün kalan zamanlarını geçirerek huzur içinde ölümü karşılayabileceğim bir yerdi burası. Hele Palamutbükü! Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bir denizin bu kadar temiz, bir sahil köyünün bu denli sessiz ve sakin olabileceğini düşünemezdim.

Bilgisayarımın masaüstüne koydum bu fotoğrafı. Her açtığımda keyif ve özlemle bakıyorum. Datça’daki o iki haftalık güz dinlencesinde, pansiyonun koca mutfağında eşimle birlikte yalnız başımıza pişirip denize karşı şarap eşliğinde yediğimiz kanlıca mantarlarının tadı damağımda duruyor. Yemeğin üzerine ilk kez burada tattığım ağaç kavununu da söylersem betimleme tamamlanır mı bilmiyorum ama yediğimiz bademler geliyor aklıma. Mis kokulu mandalina, sıcakkanlı insanların güler yüzü! Fırından yeni çıkmış sıcak ekmekle yaptığımız kahvaltı…

Datça’yı çok ama Palamutbükü’nü çok çok seviyorum. Ahir ömrümüzün son demlerinde oralarda olmak vardı!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *