GİDERAYAK-1
GİDERAYAK!
İnsan ölür; her şey biter! Dünyada insan ve diğer canlı türlerinin yaşamaya başladığı ilk zamanlardan bu yana böyledir! Ölüm, bitiştir! Gerisi insanın kendini aldatması!
Görmek ve işitmek istediklerimle bilmek ve anlamak istediklerimi yaşarken görmek, işitmek, bilmek ve anlamak isterim. Ben öldükten sonra söyleyeceklerinizin benim için hiçbir anlam ve önemi yok!
Bu haftadan başlayarak sürekli ya da aralıklarla kimi dostlarla ilgili bende oluşan çağrışım ve düşünceleri yazarak yazılarıma farklı bir boyut getirmek istiyorum.
“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” der Sait Faik! Yazacağım kişilerin bende oluşan ortak paydası budur; “Sevmek!”
“Giderayak” başlığına takılmayın. Bir yere gittiğim yok ama öldüğümde geride söylenmemiş söz kalsın istemiyorum. Soluğum yettiğince söylemeye devam!
ANORMALİN NORMALİ; VEDAT KÖKTÜRK!
Şimdi Vedat bu yazıyı okurken; “Lan köylü, hiçbir şey anlamadım! Ne demek bu anormalin normali?” diyecek! Valla, dedim gitti. Hiçbir şey açıklamak zorunda değilim! Ne anlıyorsan o!
Çaycuma’ya geleli kırk dokuz yıl olmasına karşın beni hâlâ içselleştirememiş olmalı ki fırsatını bulduğunda “Lan köylü!” diye başlar söze!
Ona hep takılırım;
“Sen ne biçim adamsın Vedo?”
“Değilim!”
“Ne değilsin?”
“Adam değilim ve hiçbir zaman öyle bir derdim olmadı!”
“Niye ki?”
“Lan köylü, bunca kişinin adamlık tasladığı bir memlekette değerli olan şey adamlık değildir! O nedenle ben adam falan değilim!”
Vedat’la aynı kuşağın çocuklarıyız! 78 Kuşağının atak devrimcilerindendir ve 12 Eylül faşizminin zindanlarından sınanarak geçmiştir. Selüloz İş başta olmak üzere birçok sendikada örgütlenme uzmanı olarak görev yapıp ülke genelindeki sendikal örgütlenmeye eylemli olarak hizmet etmiştir.
Vedat’la dostluğumuzun ne zaman ve nasıl başladığını bilmem ama ne zaman yanıma gelse boksör Muhammet Ali Clay’ın yaptığı “Rus Tankı Defansı” pozisyonunu aldığımı söylemeliyim. Ne zaman hangi yandan hangi yumruğu savuracağı belli olmaz. Onun yanında zinde, sağlam ve atak olmak zorundasınız. Yoksa allem eder, kalem eder konuşmanın odak noktasına sizi yerleştirip dut gibi silkeler! Ben böylesi ataklara karşı deneyimli olduğum için yemem o numaraları! Vedo, hep duvara çarpar ama her seferinde “Acımadı kiii!” der.
Bir dönem üçüncü bir arkadaşın da katılımıyla Ajans T’yi kurma girişimimiz oldu. Vedat, “Şirketin parasal akışı benim kontrolümde olacak!” diye diretince proje çöpe gitti. İnanın şaka değil! İstanbul’da yapılan Hediyelik Eşya Fuarında kullanmak üzere kart bile bastırdık. Kartta yazılı olan adımızın altında “Şirket Müdürü” yazıyordu. Yahu, fuardaki stant sahiplerinin bize müdürmüşüz gibi davranması ne kadar da okşayıcıydı! Kurmayı düşündüğümüz şirketin para akışını Vedat’a bırakmak bir delilik olurdu. Çok şükür o deliliğe düşmedim.
Vedat’la ortak yanlarımızdan birisinin de bu para işi olduğunu düşünüyorum. Ben, planlı, düzenli ve tutumlu bir insanım. Vedat plansız, dağınık ve çarçurcudur. Anlayacağınız bu para kavramı bizim zıt kutbumuzdur!
Yazdığım bir yazı ses getirmişse “Lan köylü, odalarda hutbelerde adın okunuyor!” diye başlar söze. Çok beğendiği yazılarımı bile beğenmemiş gibi yapmayı başarıyla uygular. Ancak ben anlayacağımı “odalar, hutbeler…” sözcüklerini işitir işitmez anlarım.
Bir başka karşıt özelliğimizden daha söz etmeliyim. Bilirsiniz ben bir konudan söz ediyorsam sözü hiç dönüp dolaştırmaz söyleyeceğimi doğrudan söylerim. Vedat, öyle yapmaz. Hangi çekincelerle yapar bir türlü anlayamadım ama göndermeli yazılarla sözü adresine teslim etme uğraşında olur hep! Ya Bilderberg Toplantıları ya da Üniversiteye Kayıt gibi hicivli senaryolar yazar. O nedenle olsa gerek, benim yazdığımı herkes kesinkes anlarken onun yazdıklarını ben dahil toplam on bir kişi anlarız! Yedek ‘anlayıcı’ yoktur!
Onun deyimiyle “altmışından sonra solcu olan” birinin, onun için söylediği ve hiç de yakışık almayan “E-5’te hayırlı yolculuklar!” sözü yaralamıştır onu. Yaşı bize yakın olanlar bu deyimin ne anlama geldiğini, ne kadar çirkin ve yakışıksız olduğunu bilir. Böylesi ‘çakma solcular’a içerler hep ve sözünü esirgemez. Vedat’ın en gerçekçi değerlendirmeleri de böylesi durumlar içindir. El hak; haklıdır söylediklerinde! Bu “yanaşma solcular”ın Vedat’a söyleyeceği hiçbir söz yoktur ve olamaz!
(Neyse! Sinir katsayımızı yükselten bu zeminden bizim sahaya dönüyorum.)
Mehmet Akif’in İstiklal Marşı şiirindeki “Tek dişi kalmış canavar!” benzetmesi benim için Vedat’tır. Bıyıklarıyla kapatmaya çalışsa da öndeki tek dişi dışında dişi var mıdır bilmiyorum. Ona rahatlıkla mangalda kemikli tavuk ısmarlayabilirsiniz. Rakıyı içip ekmeği geveler ama kemikteki etler size kalır! Vedat kardeşime söz veriyorum, oynadığım Süper Loto tutar da çok param olursa önceliğim Hayrettin Bilir’i evlendirip ona en az on tane klip çekivermek olacak. İkinci iş olarak da Vedat’ı Metin Öğüt’ün diş hastanesine götürüp sırma gibi diş yaptıracağım.
Sırma gibi diş derken benim durumum Vedat’ınkinden pek de iyi değil. Pahalı geldiği için yarım protezimi değiştiremiyorum. Ancak farkım şu ki bana mangalda kemikli tavuk ısmarlamayı denemeyin, aç kalırsınız!
Sözü uzatmayayım. Vedat Köktürk, vazgeçemeyeceğim dostlarımdandır. Giderayak Yazılarını yazmaya onunla başladığımdan anlayın bunu.
Benden önce ölürse tabutunu omuzlamayacağımı beyan ederim. Bu Vedat, en ölü haliyle bile bana “Lan köylü…” diye başlar. Tabut önden gitsin, ben arkadan gelirim!
Sözü bitirmeden son bir ortak yanımızı da not edeyim. Biliyorum ki her ikimiz de seksenli yaşları göremeyeceğiz. Onu içtiği sigara, beni stres götürecek! Her ikimizin de uzatmaları oynadığımızı düşünüyorum. Ne yaşarsak o kârdır!
Sevgili dostumu sevgi ve muhabbetle kucaklıyorum!
(Not: Vedat’a, bu yazıya yanıt vermemesini öneririm. Yazılarındaki dilbilgisi o kadar pejmürde ki ne söylüyor anlayamıyorum!)
SARIÇİÇEKLER VE GANABEY ORMANI!
Görsel üzerindeki tarihten de anlayacağınız gibi fotoğraf on beş yıl öncesinden! Ganabey Ormanı, Yeniköy, Yolgeçen Köyü ve Kahvecioğlu Köyü-Çavuşlar Mahallesi üçgeninde bulunan ve bölge insanının yaşamında önemli bir yeri olan ormandır.
Biz ‘Ganabey’ deriz ama sözcüğün doğrusu “Gani Bey” olsa gerektir. Kim bilir belki Kâni Bey’dir. Açıkçası merak da etmiyorum.
Fotoğraf, Çavuşlar Köyü arazilerinden Ganabey Ormanına bir bakışı gösteriyor. Tarlada görünen sarıçiçekler de gösteriyor ki bir zamanlar bu tarlaları kaplayan arpa, buğday ve yulaftan eser yok! Ne ki görselin güzelliği de buradadır. Sarıçiçekler ve gerideki kavaklar, kavaklar ve tabloyu tamamlayan ormanın yeşermekte olan çıldırtıcı güzelliği!
Çocukluğumun düşlerini süsleyen bu pastoral görüntüleri biliyor, görüyor ve anlıyor olmanın iç erincini nasıl anlatayım bilemiyorum!
Ganabey Ormanının içinden Anadere geçer ve sazan balığı başta olmak üzere birçok tür canlıyı barındırır. Su yılanları, taşakçı kaplumbağalar, kurbağalar, yengeçler, midyeler… Çocukluğunda ya da gençliğinde bu dereden balık tutmamış olanımız yoktur!
Ganabey Ormanının ortasında geniş ve verimli bir tarla vardır. Bu tarla artık hayvanların otladığı bir çimenliktir. O çimenliğin ortasında da bir su kuyusu vardır. O su kuyusunun beton hutun’u, hutuna dayalı bir şepşek’i vardır. Şepşeği alır, kuyudan suyla doldurup döke saça içersiniz.
Çok değil otuz yıl önce Ganabey Ormanı kömüş (manda) kaynardı! Öyle ki bizim köylüler kömüşlerini ilkbaharda Ganabey Ormanına salar, kış yaklaşınca da eve getirirlerdi. Valla, onları malaklarıyla nasıl buluşturur, kömüşleri nasıl sağarlar hepsi ayrı bir öyküdür ama bu konumuzun dışında! Zaman içinde Ganabey Ormanına dadanan hayvan hırsızları yüzünden olsa gerek millet sığırlarını buraya yaymaz oldu. Hayvancılık devlet eliyle tümden öldürülünce de film koptu!
Ganabey Ormanını mı yoksa sarıçiçekleri mi baskındır tam karar veremiyorum ama bu fotoğrafı çekmiş olmanın hep sevincini yaşadım. Birkaç kez, birkaç yerde de paylaştım.
Yazın güneşli güzel günleri geldiğinde Ganabey Ormanı gezisini programınıza ekleyin derim. Söz; rehberiniz olacağım! Çünkü anlatacak daha çok şeyim var!