BEN! BEN! BEN!

BEN! BEN! BEN!
Kemal Sunal filmlerinin birinde ilginç bir sahne vardır. Başlık parası ödeyip sevdiğini alabilmek için para kazanması gereken Şaban, işçi pazarına gider. Kamyonet, günlük yevmiye karşılığı çalıştırılacak işçileri alıp götürmek için gelip durur. Simsar iner ve işçilerden gücü kuvveti yerinde olanları parmağıyla işaret edip; “Sen!” der. İşaret edilen kamyonete atlar. Şaban, işaret parmağıyla kendini göstererek; “Ben!” der ama amele simsarı onu istemez. Hatta göğsünden iter. Kamyon dolar; gider. Şaban seçilememiş, kalmıştır!
Son zamanlarda özellikle kalp sektesinden ölümler öylesine arttı ki her gün iki üç tanıdığın ölüm haberini almak insanı paranoyak düşüncelere sürüklüyor! Sıra bize de gelecek! “Ben! Ben!” diyoruz kimi kez Şaban gibi. Şimdilik hayatta ve ayaktayız!
Her bir ölüm insan üzerinde buruk bir şaşkınlık yaşatıyor. Savaş psikolojisini inceleyenlerin şöyle bir saptaması var. Mevzide karşı cepheye kurşun sıkan asker, yanındaki arkadaşına kurşun isabet edince elinde olmaksızın içsel bir sevinç yaşarmış. “Ben değil; o!” dürtüsünün egemenliği bir iki saniye sürer, sonra normale dönüp “Vay kardeşim!” diye çığlığı basarmış. Beklenmedik ölümler karşısında durumumuz tam olarak bu değil mutlaka ama artık ölümleri sıradanlaştırdığımız bir süreci neredeyse kabullendik! Toplum sağlığı yerlerde sürünüyor!
Yaşadığım sağaltım sürecinde hastanelerde tanık olduğum ayrıntılar öylesine dramatik ki kendi eliyle kendi başına çorap ören halkımın müstahak olduğu sonuca üzülsem mi ağlasam mı bilemiyorum! Poliklinik kapıları şaşırtıcı oranda dolu! MR ve ultrasonografi için altı yedi ay sonrasına randevu alınabiliyor. Yeni virüs hastalıklarının kol gezdiği haberleri veriliyor ama çok küçük üç beş kişi dışında maske takan yok! Bakanlığın bu yönde bir yönlendirmesi de yok! Aksırıp öksürürken elini, kolunun yenini ve artık ceplerde bulunmayan mendilini ağzına tutan yok.
Gördüm ki sağlıkçılar dışında da tutunacağımız bir dal yok! Nasıl da insanüstü bir gayretle çalışıyorlar! Her şeye karşın güler yüzlü olmayı sürdürüyor olmaları, umudun bitmeyecek şekilde hâlâ insanda olduğunu kanıtlıyor her biri!
Felsefi bir söylemle yinelersem… Bilin ki hiçbirimiz bu dünyadan sağ çıkamayacağız. Yaşam bir vakıa ama ölüm bir gerçek! Karl Marks’ın sözü ne kadar doğru; “Ölüm varsa mülkiyet yoktur!”
İnsan çıldırmış bir şekilde mülkiyet üzerine kurguluyor yaşamı. Şarkıcı Ferdi Tayfur’un bıraktığı malvarlıklarından birisi de bir “yarımada!” Bildiğiniz yarımada! Mülkiyet hırsının zavallılaştırdığı insanlara sormak isterim; Sahi, üç yüz yıl önce bu topraklar kimindi? Ya üç yüz yıl sonra kimin olacak? Mülkiyet, insanı zavallılaştıran bir sarmal olma ötesinde ne ki!
Şaban, “Ben! Ben!” derken sevdiğini babasından alacak başlık parasını kazanmak istiyordu. Sizler neyin parasını kazanmak istiyorsunuz? Sermaye düzeninin sömürü çarkına acımasız bir dişli olurken sizi bu dünyada tatmin edemeyen şeyin ne olduğunu söyler misiniz? Bir ağaç gölgesine yaktığınız mangalda pişen eti kaç zamandır eşiniz, çocuklarınızla paylaşmadınız? Sizin doymak bilmezliğiniz bizim yaşamımızı yok ediyor görebiliyor musunuz?
Ruhsati; “Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor!” demiş. Yaş dediğiniz zamandır. Zamansa, eşyanın eskime sürecinin felsefi adlandırması. Zaman yok; eskiyen beden var! Eskiyoruz! Ölmek, biyolojik yok olmaktır. Yaşarken ölmekse yaşamın anlamını bir türlü içselleştiremiyor olmaktır.
Hadi bakalım, hep birlikte işçi simsarına işaret edelim; “Ben! Ben!”
YANGIN SÜRÜYOR!
“Abdalın karnı doyunca gözü yolda olur!”
Göz yanılsaması “p” harfiyle “b” harfinin yerini değiştirmediyse okuduğunuz sözcük “Abdal”. Siz onu “Aptal” diye okuduysanız kavga çıkar!
Gözü yolda olmak, gitmeyi bilmektir. Kişi konakladığı yerde neden konakladığını, gideceği yere neden odaklandığını biliyorsa sorun yok. Su üstünde yonga örneği gibiyse ha varsın ha yok; anlamsız!
Abdal kişi olgundur. Alçakgönüllüdür. Gönül yıkıcı değil; gönül yapıcıdır. Bizim buraların deyimiyle; hatırnazdır! Abdal, durağan bir yaşamı sevmez. Hareket onun dinamiğidir. Yürür gider. Açlığı mideye değil; insanadır.
Ne güzeldir böylesi kişileri dost tutmak. Ne güzeldir “Er kişi niyetine!” diye bağıran yobazlara karşın; “Her kişi niyetine!” diyebilmek.
Merhum Zeki Müren’in sesiyle can verdiği bir araba lastiği reklamın sloganı; “Şoför kardeş, gözünüz yolda, kulağınız bende olsun!” şeklindeydi.
Gözü yolda olmayanların yapıp ettiğinin ceremesini ödüyoruz bu dünyada! Lök gibi oturuyorlar. Kafayı kaldırmaya hiç mi hiç niyetleri yok. Yangın sürüyor!