“AMA GILIŞDAROĞLU SESEKA’YI BATIRDI HOCAM!”

mevlut

“AMA GILIŞDAROĞLU SESEKA’YI BATIRDI HOCAM!”

Boynumda beliren kist nedeniyle iki yılı aşkın bir süre önce BÜ Araştırma Hastanesi Endokrinoloji Polikliniğine gitmiş ultrasonografi çektirmiştim. Şişkinliğin yağ bezesi olduğunu ve tehlike içermediğini ancak guatr üzerinde küçük bir nodül olduğunu, bunun aralıklarla kontrol edilmesi gerektiğini öğrenmiştim. Korona salgını günlerinde hastanenin o bölümü çalıştırılmadı. O nedenle kontrole gidemedim. Ne ki 20 Mayıs 2022’de randevu alıp hastaneye gitmiş ancak ultrasonografi için tam beş ay sonrasına yani 20 Ekim 2022 tarihine gün alabilmiştim.

20 Ekim 2022 Perşembe günü Çaycuma’dan, BÜ Araştırma Hastanesine gittim. Ultrason dışında kan tahlili de yaptırmam gerekiyordu ama bunu yazacak doktor olmadığı için yaptıramayacağımı gördüm. Hayır, poliklinikte doktor vardı ve hastalara bakıyordu. Görevliye; “Doktor var işte!” dedim. Yanıt; “O doktor değil; intörn! Muayene edemez, ilaç yazamaz, tedavi için çıkış yapamaz!” “Pekiyi bu hastalar içeriye niye giriyor?” dedim. Poliklinik sekreteri; “Onlar girip, doktorun durum değerlendirmesini dinleyip çıkıyorlar!” dedi.

Çaresiz saatimi bekleyip beş ay önce aldığım randevu doğrultusunda ancak akşamüstü ultrasonografi çekimini yaptırabildim. Poliklinik görevlisinin söylediğine göre, Çaycuma’ya dönüp, Dahiliye Polikliniğinde muayene olup kan tahlili yaptırmalı ve dahiliye doktorunun tedavisini uygulamalıymışım! Yahu, o dahiliye doktoru beni BÜ Endokrinoloji Polikliniğine yönlendirmişti!

Görevliye, ilk gelişimde o bölümde gördüğüm üç doktorun akıbetini sordum. Sağlık Bakanlığı onların iki tanesini büyük şehirlerdeki hastanelere çekmiş, üçüncüsünü de birer gün münavebeli görevlendirmiş. Yani doktor bir gün var bir gün yok!

İktidarın inayetiyle gerçekleştiğini her akşam A Haber ve benzeri kanallardan izlediğim “Sağlıkta devrim!” güzelliğini yaşamıştım böylece!

Onlara sorsam, sanırım bana hemen; “Ama Gılışdaroğlu SeSeKa’yı batırdı hocam!” diyeceklerdir.

Bu bölüme ekleyeceğim son not; dönüş yolunda yağan yağmur ve yolların içler acısı durumudur! Yağan yağmur yolun neresi çukursa orasında kümelenip, geçen araçların ölümle dans etmesini sağlıyordu. Allah’tan arabam ağır ve geniş lastikli iyi bir araba! Yoksa en yakın hastaneye ya da bizim köyün imamına mevta olarak gitmem işten bile değildi!

İktidarınızın her yeri dökülüyor! Dökülüyorsunuz. Biz bunları hak etmedik; siz bize bunları yaşatıyorsunuz!

 

BU ŞEHİR SAHİPSİZ! REKLÂM ARASI EKMEK GİBİYİZ!

Sayın, “Mayor of Chaychuma!” Geçen yıl boyunca aralıklarla yayımladığım “The Chaychuma”nın şehir merkezindeki şehir mobilyaları hiçbir değişikliğe uğramaksızın öylece kırık dökük duruyor! Yolların döküntü hali de öylece duruyor. Yağmur yağınca sizin yapay gölleriniz arz-ı endam ediyor! Adliye arkasındaki yol da öylece sırıtıyor!

Sayın, “Mayor of Chaychuma!” Bak buraya yeni fotoğraflar koyuyorum. Merkez Sağlık Ocağı yokuşundaki bu görüntüler ellerinizden öper. Vallahi size lafım yok! Siz, o, eleştiri yapılarak sorunlara eğilme trendini aşalı beş yıldan çok oldu. Sözüm size değil; halkıma!

Ey benim kulakları sağır, gözleri kör, dili lal halkım! Hadi bu hastane yokuşunu arabayla çıkarken pek bir sorun yaşamıyorsun, ya inerken arabanızın hali nicedir; görmüyor musun? Ön takım, amortisör, balata ne varsa bam-güm ederken yalnızca küfredip geçiyor musun?

Bu şehri yöneten seçilmiş ve atanmışlar, ‘renk renk’ partilerin ‘şekil şekil’ yöneticileri, Belediye Meclisinin ağzı var dili yok üyeleri, doktoru, öğretmeni, sendikacısı, onu bunu şunu… Sizler hiç bu yoldan arabanızla geçmediniz mi?

Beyler, paranız yoksa bana söyleyin, alayım beş torba çimento, getirteyim bir kamyon kum da beton olsun dökün! İsterseniz onu da ben dökeyim ama sağlığım elverişli değil!

Aynı zamanda “Heigh Engineer!” olan “Mayor of Chaychuma!”dan umudumu kestim; bari siz sahiplenin bu şehri! Bana reklam izlemekten gına geldi; siz doymadınız mı?

 

ŞEREF TRİBÜNÜ!

Çaycumaspor, Çaydeğirmenispor maçını izlemek için Çaycuma Şehir Stadyumundaydım. Geriye yaslanmadan uzun süre oturamadığım için yaşım ve sağlık sorunuma binaen halk arasında “Şeref Tribünü” olarak adlandırılan kapalı tribün girişine geldim. Kapıdaki polis memuresi beni durdurdu. Kim olduğumu ve protokole dâhil olup olmadığımı sordu. Protokol listesinde adımın olacağı bir titrim olmadığını, emekli öğretmen olduğumu söyledim. “Komiserimi aramam gerek!” dedi. Telefonla bir yeri aradı ve o yerdeki o kişi adımı soyadımı sormuş olmalı ki bana tekrarlattırdı. Polis memuresi bana; “Protokol listesinde adınız yok, buradan giremezsiniz!” dedi. Üsteledim. Resmi bayram izlemeye değil; maç izlemeye geldiğimi söyledim. Yaşım gereği sağlık sorunları yaşadığımı, diğer tribünde otururken rahatsız olduğumu, rahatsızlığım nedeniyle geri yaslanarak oturmam gerektiğini, emekli öğretmen olduğumu, bu şehrin bir yazarı olduğumu vs. vs. söyledim. “Tık!” yok. “Amirim, giremeyeceğinizi söyledi. Yapabileceğim bir şey yok! Açık tribüne gidin!” dedi. Gitmedim. “Amirinizi yeniden arayın lütfen! Bu maçı buradan izlemem gerek. Futbol maçında protokol mü olurmuş? Yardımcı olun lütfen!” dedim. Memure ile konuşmama kulak misafiri olan Özel Güvenlik görevlisi bir bey telefonu açıp bir yerlerle görüştü ve bana “Buradan giremezsiniz, açık tribüne gidin, lütfen ısrarcı olmayın!” dedi.

Söylenerek aşağı indim ve kesici ya da ateşli silah taşıyıp taşımadığımı kontrol eden iki polis memurundan temiz kâğıdımı alarak açık tribüne girdim. Orada, saha kıyısındaki gazeteci Anıl Taşkıran’ı gördüm. İşaretle çağırdım. Anıl’a durumu anlattım. “O ne demek hocam? Olmaz öyle şey! Ben sizi kapalıya aldırırım!”dedi ve gitti. Ben açık tribünün en yukarısına çıkıp oturdum. Birkaç dakika sonra Anıl’ın aşağıdan beni çağırdığını gördüm ve aşağı indim. “Hocam hallettim, gel peşimden, kapalıya gidiyoruz!” dedi. Düştüm Anıl’ın peşine. Demin beni içeri almayan polis memuresi kızımız eli kulağında, bize arkası dönük, telefonla konuşuyordu. Durdum. Anıl; “Hocam niye durdun?” dedi. “Anıl, memure hanım gir demeden girmek istemiyorum. Telefon görüşmesi bitsin…” dedim. Anıl, kolumdan çekip beni içeri soktu. “Bırak hocam yahu! Yaşlı ve sağlık sorunu olan bir öğretmenimiz bu maçı buradan izlemeyecek de kim izleyecek? Gir Allah aşkına!” dedi.

İçeri girdim ve önceki hafta oturduğum koltuğa geçtim. Bu arada Anıl’a teşekkür edip kucakladım! Bakar mısın sen? Kerli ferli bir öğretmen emeklisi olarak sözüm geçmemiş, gazeteci Anıl beni kapalıya buyur etmişti!

Acaba diyorum, Çaycuma Kaymakamlığına bir dilekçe verip maçları kapalı tribünden izleme izni mi istesem. Kaymakamı kendime güldürtmemek için şimdilik bu yola başvurmadım. Sonraki maçta da aynı davranışa muhatap olursam elbette soluğu kaymakam beyin yanında alacağım. Geçen hafta görüştüğüm ve enikonu söyleştiğim kaymakam bey eminim bu yaşlı ağabeyine “Kapalı Tribüne Girebilir” serbestlik belgesi verecektir!

Şaka bir yana, bu şehirde hayal bile edilemeyecek şeyler yaşamayı sürdürüyorum. Kapalı Tribün için bile ‘Protokol Listesi’ uygulaması… Pes!

Not: Diğer insanlara bir gönderme yapmak istemediğim için yazmadım ama… Benimle birlikte Kapalı’da maç izleyenlerin neredeyse tamamının protokolle bir ilgisi yoktu! Üstelik kapalı tribünün yarısı boştu! Biline…

 

BU KEZ SADRİ ERTEM’E KULAK VERELİM!

“… eline, diline, beline sadık ol da ne işlersen işle. Bilerek babanın kanını iç, bilmeden ananın sütünü emme. Ben başka bir şey demem.” (Sadri Ertem-Çıkrıklar Durunca-S. 94)

“Allah isteyince kulunun işini, mermere geçirir dişini!” (SE-ÇD-S.114)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *